Tuğba Maran
Yoksa böyle değil mi? Aslında tam tersi miydi? Biz şu anda retrospektif bir bakışla geçmişimizi yeniden mi inşa ediyoruz?
Yıllarca narkotik bastı basacak, kötü yola düştük düşücez (örnekler çoğaltılabilir) korkusu zerk edilmiş bünyeler olarak bu retrospektif kusuşumuz/bakışımız pek de rastlantısal olmasa gerek. İnsanlara (hele ki ergen ve küçük çocukları ‘eğitmeye’ yönelik) bu türden pek çok ‘masal’ öylesine sakil ve beceriksizce aşılandı ki fazlaca alınan alkol gibi şişede durduğu gibi durmadı; beklenildiği gibi istifadeyle değil istifra ile sonuçlandı.
Sezerciğin agu diyemeden çalışmaya başlaması, boyundan büyük laflar etmesi o yaşta “evin erkeği” olması (aynı şeyler “Ayşecik” “Güllüşah” gibi dişi örneklerinden de gözlemlenebilir) bir yandan özcü kadınlık ve erkeklikleri “kanıtlarken” bir yandan da ‘iyilikleri ile izlekleri ezim ezim ezmelerine’ yol açtılar. Tüm mağdurların yarattığı travmalar beynelmilel alanlara da sıçradı izlediğimiz çizgi filmleri bile bu kategorilere sokarak değerlendirmemize yol açtı. (Gerçi Tweety’nin pek çok antipatik hayranı vardı; hmm bir daha düşünmeliyim galiba.)
Tam bu bakış açısıyla geçmişten özenle seçtiğimiz kurbanlar üzerinden, değilleme metodu ile kimliğimizi kurduk. “Ezik misin yaaa?” sorusu ile sanki insan en büyük korkusunu deşifre eder gibi oldu. Hani yükseklik korkusunun temelinde içten içe oradan atlama isteğinin, dürtüsünün olduğundan bahsedilir ya, eziklik korkusu ile de bu korkunun dalga geçme vasıtası ile sık sık dile getirilmesi de çok ilişkili görünüyor bence. Son zamanların çok tartışılan filmi Recep İvedik’de neye güldüğümüze dair bu bağlamda bir şeyler söylemiyor mu sizce?
Aşk da bu paradigmalardan paçasını kurtaramıyor elbette. Hepimiz ya ‘ezik’ Quasimodo gibi “bana su verdi bana su verdi” diye ortalıkta dolanmakla suçlanıyor ya da ‘post-ezik’ gibi “İsim neydiiii? Hatırlamadımmm” şarkısını söylüyoruz.
Sonuç olarak, ezik olmak ya da olmamak ya da neyse o dalga geçme ikonumuz, hâkim ideolojiden muaf değildir. Ve bu zaman içinde çeşitli şekillerde değişse de biz bunu icra ediyoruz, muhakkak görünür kılıyoruz ne olup olmadığımızı. Lost afişine kondurulan küçük Emrah aynadaki iki halimiz gibi. “Hey gidi eski ben heey, nerede “si-en-bi-si-e” nerede ‘Yeşilçam’ın acıların çocuğu’ ” diye haykırmıyor mu tüm bu şeyler?
İşin daha ilginç yanı tam eski masalarla dalga geçenlerle de (bunlar post-ezik tabirini uydurduğum grup olur) dalga geçen başka insanların kabaca anti-tikilerin ortaya çıkması. Bir yalanın (simulakra daha doğrusu aslında) sonsuza giden simulasyon süreci böyle mi oluyor acaba?