29 Mayıs 2010 Cumartesi

Kılıçdaroğlu'nun Söylemedikleri




kerem özkurt

Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz hafta içinde yaptığı açıklamalarla kongrede atladığı, söylemediği veya eleştirildiği konulara açıklık getirmeye çalıştı bütün hafta. Bu arada Baykal da meclise bizzat kendi kullandığı arabasıyla milletvekili olarak gelerek oyun dışında kalmadığını göstermek istedi. Açık ki Baykal’ın nefesi daha uzun bir süre CHP’nin ensesinde olacak.

Geçen haftaki yazıda Kılıçdaroğlu’nun “Kürt realitesini” atlayarak konuşmasına değinememiştim. Tüm hafta boyunca bunun üzerine yazıldı çizildi. Etnik kimlikleri dikkate almadan artık siyaset yapılamayacağı, Kılıçdaroğlu’nun “o bölgenin ekonomisini düzeltirsek her şey halllolur” bazlı yaklaşımının çok gerilerde kaldığı söylendi - ki bence doğrudur. Kılıçdaroğlu da cevaben kendileri için temel olanın “insan” olduğu ve CHP’nin tüm “insanları” etnik kimlik gözetmeden kucaklamaya hazır olduğunu ima etti.

Benim Kılıçdaroğlu'nun cevabından anladığım şu: “Benim Kürt meselesi ile ilgili detaylı olarak ifade edebileceğim bir yaklaşımım yok. Böyle bir yaklaşıma ihtiyacım da yok; bu konuya ne kadar teğet geçer ve aldığım pozisyonu belirsiz kılarsam o kadar geniş bir seçmen tabanına hitap edebileceğimi düşünüyorum.”

Bugün Kürt meselesi Türk siyasi hayatının alemet-i farikalarından biri durumunda. Kürt meselesi karşısında alınan tavır, Türk milliyetçiliği ile Kürt oylarına talip olmak arasında nerede durduğunuzu belli ediyor. Bu ayrımın Türk siyasetinde sanıldığından daha belirleyici olduğu son Anayasa değişiklik teklifi oylamalarında da görüldü.: AKP milletvekilleri, kendi partilerini bile tehlikeye sokan (son dönemde sadece Kürt milliyetçiliği ve irtica tehlikesi nedeniyle parti kapatılmaya gidildi) parti kapatma ile ilgili maddede, Kürt partilerinin kapatılmasına devam edilebilsin diye olumsuz oy attı. AKP ile ilgilenen birçok siyaset bilimci parti içi fikir ayrılıklarının Kürt meselesine karşı alınan tavırdan kaynklandığını söylüyor zaten.

Kılıçdaroğlu’nun CHP’si bu konuda eninde sonunda bir şeyler söylemek zorunda kalacak. Yuvarlak cümleler, “hümanist” kucaklamardan bahsederek çok uzun süre yürüyemez.

23 Mayıs 2010 Pazar

Kılıçdar Kılıçdar Kılıçdaroğlu


kerem özkurt

Siyaset her zaman beklenmeyenin yaşandığı bir alan. Son üç haftadaki gelişmelerden anlaşıldığı gibi. Siyasetin bu kaypaklığı sadece siyasetçiler için değil yorumcular için de geçeli. Bu yüzden Baykal’ın istifasından itibaren Kılıçdaroğlu’na tam destek veren birçok yorumcu, daha ilk kongreden itibaren Kılıçdaroğlu’unun yetersizliklerinden dem vurmaya başladılar bile. Bu aslında Kılıçdaroğlu’nun “Recep Bey”e karşı ne kadar başarılı olacağının şimdiden kestirelememesi ve olası bir başarısızlık durumunda “zaten ben daha ilk seçildiği gün söylemiştim” diyerek yorumculuğuna halel getirmeme hakkını rezerve tutabilmek için basit bir önlem..
Halbuki bu gibi kırılma anlarında büyük kehanetlere, yada ileride yalanlanabilecek temkinli tahminler kurmak yerine durum tespiti yapıp gidaşatın senaryolarını yazmak daha mantıklı geliyor.
Bir kere şurası açık bu CHP için müthiş bir değişim. Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında laikliğe atı yapmaması manidar tabi; ama bu referans eksikliği aslında daha büyük bir değişimin parçası: CHP artık iktidar için arenaya çıkan bir parti. Laiklik ve beraberindeki cumhuriyet bekçiliği tamamen savunmaya dönük bir söylemken artık CHP, her politik partiden bekleneni, yani iktidara gelmeyi arzuluyor. Bundan sonra daha yırtıcı bir CHP görebiliriz.
CHP’nin oylarının fırladığı rivayetlerine gelince; bu konuda temkinli olmakta fayda var. Zira CHP’nin kemikleşmiş bir % 20’si var; Kılıçdaroğlu bunun üzerine çıkar; ama kimlerin oyunu alarak? AKP? Kılıçdaroğlu’nun kravıtını çıkarması, Ecevit şapkası giymesi, hatta Ecevit benzetmeleri, meydanlara inmesi, “sokak ağzı kullanma girişimleri” halka inme ve AKP’ye çark eden oyları sahiplenmeye çalışma olarak görülebilir: ancak şu durumda amacına ulaşması pek mümkün görülmüyor.
Kılıçdaroğlu’nda bir “Kasımpaşalı” karizması olmadığı doğru; yada bir lider etkileyiciliği; ama CHP’nin “halka inmesine” engel bu kişisellik engelden ziyade partinin halkla tems kanallarının çok uzun zamandır kapalı olması. Kılıçdaroğlu’nun liderliğine oy atan teşkilat Baykal’ınkinden farklı değil. Kılıçdaroğlu’na biat eden il başkanlarını hatırlayın. Bunlar çok “halkçı”ydı da Baykal onlara kulaklarını mı tıkıyordu. Bu kanalları açmak kravatı çıkarığ atmaktan daha köklü değişiklikleri gerektiriyor ki Kılıçdaroğlu’nun yol arkadaşlarına kıyıp kıyamayacağı belirsiz.
Kılıçdaroğlu’nun kendisinin bile “halk”a ne kadar “ineceği” soru işareti; çünkü Kılıçdaroğlu 70’lerin Karaoğlan’ından çok 90’ların laik Ecevit’ini andırıyor. Hatırlatmak için söylüyorum; Ecevit 1970 muhtarısında partisinin tavrını beğenmeyerek genel sekreterliğinden ayrılmıştı; partisine ve başkanına karşı gelerek.. Kılıçdaroğlu’nun Baykal’ın bizzat kendi kurduğu ekibinin desteğini alarak, sabık başkanına tek laf etmeden ve kimseye de laf söyletmeden genel başkanlığa gelmesi Karaoğlan’a oranla ne kadar sakin ve uyumlu aslında değil mi?
Gerçi ben kendi adıma Kılıçdaroğlu’ndan olmadığı bir şeyi olmasını bir “halk adamı” olmasını da bekliyor değilim. Kılıçdaroğlu’nun halk adamını olmaya çalışması, bu ülkede kurallarını Recep Bey’in koyduğu bir oyuna dahil olmak gibi ve Kılıçdaroğlu’nun bu oyunda hiç şansı olmaz. Ne Recep Bey gibi mahalleden geçen bir geçmişi, ne bir yükseliş mücadelesi, ne birileri ile savaşı olmamış bir bürokrat Kılıçdaroğlu…Kravatı ile Zonguldak’a gidip o madene inseydi, ağlayan insanlara “bir daha olmayacak, yemin ederim” deseydi benim için daha inandırıcı olacaktı. Çünkü siyaset nereden geldiğini kanıtlamakla değil, nerede durduğunla, ne yaptığınla ölçülen bir şey. Yoksa AKP’ye benzeyerek AKP oyu çalmanın bu ülkenin siyasi hayatına bir faydası dokunmaz.

Mesele uzun, bir yazı daha gerek..