30 Temmuz 2007 Pazartesi

Bize nasıl bir parti gerek?


Mustafa Kuleli

Seçim fırtınası dindi. Seçimlerden önce de, sonra da çok konuşulan “bağımsızlar”, her türlü engellemeye rağmen meclise girdi. Baskın Oran’ın, Levent Tüzel’in, Orhan Miroğlu’nun seçilememesi üzerine yazıldı-çizildi; bağımsız adayların belirlenmesi sürecinde ÖDP, DTP ve EMEP’in tutumları ayrı ayrı eleştirildi. Ne mutlu ki, son üç seçimdir ittifak yapan sol, ‘Bin Umut’ deneyiminden de pek çok şey öğrendi. Şimdi bu işbirlikleri üzerinde yükselen, ortak bir yapı kurma zamanı.

Başta, Express dergisinin seçim özel sayısında (Sayı 74), EMEP'in “mecburen eski" Genel Başkanı Levent Tüzel dillendirdi bu düşünceyi. “Hedef, bir çatı partisi” dedi Tüzel. Seçimlerden sonra ise çiçeği burnunda milletvekili Ufuk Uras’tan benzer bir çıkış geldi. DTP de “işbirliğine devam” mesajı gönderince sol çevrelerde heyecan arttı.

Nasıl bir sol, nasıl bir parti?

Peki böyle bir ortaklık mümkün mü? “Yeni sosyal hareketler”, “emekçi kesimlerin ileri unsurları” ve “Kürt siyasi hareketi” -aynı Almanya’daki Sol Parti (Die Linke) örneğindeki gibi- bir araya gelerek bir kitle partisi, bir iktidar alternatifi yaratabilir mi? Bu soruya yanıt vermeden önce, isterseniz nasıl bir sol partinin hedefe ulaşabileceği üzerine düşünelim.

Kurulacak parti (buna “Umut Partisi” diyelim) az önce belirttiğimiz gibi, hem yeni sosyal hareketleri hem de emekçileri temsil etmeli. Yıllardır duymakta olduğumuz sol literatürden ezberlenmiş pasajlar okumak yerine halkın dilini konuşmalı, güler yüzlü muhalefet ve ironiyi bir silah olarak kullanmalı. Birincil önceliğin iş ve aş olmasından hareketle aç insanlara “erdem”, “çelişki bileyici” ya da “devrim” satmaya kalkmamalı; somut politikalar ve uygulanabilir çözüm öneriyle halkın karşısına çıkmalı. Önüne acil bir “demokratikleşme programı” koyup, bunun için mücadele etmeli. Kadınlar, bu parti ile örgütlenmeli ve bu partide temsil edilmeli. Umut Partisi; okullarda, mahallelerde, fabrikalarda, tarlalarda, işyerlerinde ve hatta plazalarda örgütlenmeli, halkla bütünleşmeli. Parti kitlesel bir heyecan yaratmalı, her üye devrimci bir öğe olarak, hayatın her alanına umudu taşımalı.

Hepsinden önemlisi, sol tabanı büyütmek amaçlanmalı ve bu işin uzun yıllar sürecek meşakkatli bir görev olduğu bilinerek yola çıkılmalı. Hedef iktidar olmalı ve bunun için çalışılmalı.

Mümkün! (mü?)

Şimdi az önce sorduğumuz soruya geri dönelim: Sendikaların, kitle örgütlerinin, meslek odalarının ve pek çok siyasi çevrenin destek vereceği böyle bir kitle partisinin kurulması ve başarılı olması mümkün mü? Solun %20’ye düşen toplumsal tabanı, %40’lara çıkabilir mi? Cevabım: Evet. Bir tek ciddi zorluk var, o da Kürt siyasi hareketindeki belirsizlik. Radikal İki’de yazdıklarıyla hepimize umut veren, bir arada yaşamı savunan, “Türkiyeci” Aysel Tuğluk ve onun gibi düşünen DTP’liler ile her tür işbirliğini yapabilecek Türkiye solunun; “Ankara, Türkiye’yi eyaletlere böl ve Kürdistan eyaletini kur” diyen Leyla Zana ve arkadaşları ile ortak hareket etmesi zor.

“Demokrasi cephesi”nin siyaset üretebileceği kritik dönemlerde; bomba, mayın vs. patlatarak, asker ile çatışmaya girerek sivil siyasetin alanını daraltan ve Türkiye solunda da saygınlığını çoktan kaybetmiş olan PKK’ye ve arkasındaki güçlere, “birileri”nin rest çekmesi gerekiyor.

Artık DTP’nin karar vermesi gerekiyor.

-İstanbul-

20 Temmuz 2007 Cuma

Tehlikenin farkındayız, bağımsızların arkasındayız


Mustafa Kuleli

Bu aralar en çok duyduğum soru, ‘Seçimlerde oyunu kime vereceksin?’ sorusu. Hafif bir tebessüm oluşuyor, bu soru üzerine, yüzümde. İlk defa bu seçimde, bu kadar rahat verilebilecek bir yanıt var. ‘Bağımsız sol adaylara’ diyorum büyük bir iç huzuruyla. ‘Ama rejim elden gidiyor. Tehlikenin farkında mısın?’ diyecek oluyor bazıları. Yüzümdeki tebessümü koruyarak, ‘Tehlikenin farkındayım, sabun olmaya hazırım!’ diyorum, %52 grubundaki arkadaşlar gibi.

Şaka maka, bu aralar muhtemel CHP – MHP koalisyonu için felaket telalığı yapmaya başladı bazı gazeteci ağabeylerimiz. ‘Ulusalcılar mı kazanacak, küreselciler mi?’ cümlesiyle seçimi özetlemek mümkün onlara göre. Belki de haklıdırlar, mesele bu kadar basittir. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek bile, hiç üzerine vazife değilken, televizyon kanallarını dolaşıp ‘Aman MHP’li kardeşlerim durun, sol ile ittifak yapacaksa Bahçeli’ye oy vermeyin. Unuttunuz mu şu solcular Milli Eğitim Bakanları ile çocuklarımızı zehirledi, militanlarını hâkim, savcı yaptılar’ diye feryat ediyorsa, hakikaten dikkatle bakılması gereken bir durum vardır.Ben ise ultra-liberal cemaatten farklı olarak CHP-MHP koalisyonunun büyük bir felaket olmayacağını, Baykal’ın da, Bahçeli’nin de ‘devlet adamlığı’ (evet, yine o sihirli laf) kumaşına sahip olduğunu ve iktidara gelirlerse şu an söylediklerinden daha ılımlı olacaklarını öngörüyorum. Ne demişler; ‘Taç giyen baş akıllanır’

AKP – CHP – MHP – DP – GP başkalarının olsun, biz yine kendi adaylarımıza, bağımsızlara dönelim. En çok sorulan soruyu geçtik, gelelim en sık işittiğim şikâyete:

Sevgili dostum Çağdaş’la (Rakalar) konuştum bugün. İzmir 2. bölgede oy kullanacağını bildiğimden, ‘Mehmed Muhdi Aslan’a (o bölgedeki Bin Umut Adayı) vereceksin oyunu değil mi?’ diye sordum. O da, adayı tanımadığını, hakkında internette hiçbir bilgiye ulaşamadığını, sadece ismini ve ‘Bin Umut Adayı’ olduğunu bildiğini söyledi. Vallahi dostum haklı. İnsan; Ufuk Uras, Levent Tüzel ya da Baskın Oran gibi bir adayı olunca, gönül rahatlığı – bahar ferahlığı ile gidiyor sandığa. Ama diğer bölgelerdeki adaylar o kadar tanınır olmayabiliyor. Hele İstanbul 3. bölgedeki Sabahat Tuncel ya da İzmir 2. bölgedeki Mehmed Muhdi Aslan örneklerinde olduğu gibi, cezaevindeyse adayınız, tereddüde düşmemek zor.

Gelgelelim ortakaday.net’teki arkadaşlarımız bu derdimize derman olacak bir e-posta gönderdiler dün. Bağımsız adaylarla seçime girme fikri ortaya atıldığından beri yapıcı tutumlarıyla tüm çevrelerin takdirini kazanan ortakaday’cılar, yine yapacaklarını yapmışlardı. Diyorlardı ki: “Şimdiden bilmeliyiz ki oy vereceğimiz ve haftalardır seçilmesi için kampanya yaptığımız adaylarımızın bir kısmı seçilecek; ama bazıları da seçilemeyecektir. Oy verdiğim aday kazanmadı diye kimse canını sıkmamalı. Çünkü TBMM'ye yolladığımız her adayımız, kazanamayan adaylarımıza oy verenlerin de temsilcisi olacaktır.”

Biz de bu anlayışta buluştuk dostumla. 2004 yerel seçimlerindeki ‘Demokratik Güçbirliği’ deneyiminde de benzer bir durumu yaşamıştık. Bazı seçim çevrelerinde EMEP çatısı altında seçime giriliyordu, bazılarında ÖDP, bazılarında SHP. Önemli olan o ittifakın, o projenin desteklenmesiydi. Bugün de durum budur. Bu birlikteliğin başarıya ulaşması gereklidir. Hem kim bilir, belki yakın bir gelecekte bir çatı partimiz olur; yeni sosyal hareketleri temsilen ÖDP, işçi sınıfını ileri unsurlarını temsilen EMEP ve Kürt siyasi hareketini temsilen DTP bir olur, ortak bir program çerçevesinde, emekçilerin umudu olur. Ne dersiniz? Hoş olmaz mı? (Fazla naifim galiba)

Yani artık bu sorunumuzu da huzurunuzda çözdük. Ben zaten soranlara ‘Bağımsız Sol Adaylar’a oy vereceğim’ diyordum, tüm projeyi kastederek. İzmir’imde kullansaydım oyumu Levent Tüzel’e oy verecektim. Beşiktaş’ımda olduğumdan Baskın Oran’a vereceğim, göğsümü gere gere.



Not: Cem Uzan bugün açıklamasını yaptı. Bu açıklamayı yarın, yani seçimden bir gün önce, hangi gazeteler yayınlayacak göreceğiz. Açıklamanın çok büyük bir etki yaratmaması kuvvetle muhtemel. Özetle şöyle dedi Cem Uzan:

“Başbakan kardeşimi çağırıp ‘Hem siyaset, hem ticaret olmaz. Ailece karar verin. Abin siyaseti bıraksın. Yoksa bedeli ağır olur, gereğini yaparım’ dedi, ardından siyasi linç başladı.”

Not iki:
Birkaç arkadaşımın ısrarla istediği, bağımsız adayların belirlenmesi sürecini ve sol partiler arası ilişkileri, seçim sonrasında yazacağım.

-İstanbul-

18 Temmuz 2007 Çarşamba

Zoraki bir seçim yazısı ve Uzan sürprizi

Mustafa Kuleli

Günlerdir “iyi fikirler, konular bulup yazayım” diye bekliyorum ama nafile. Rutin bir sıkıntı ve kanıksama hali esir almış beni. Malum, ülkemiz ‘seçim sath-ı maili’ne girdi ya, ille de bir şeyler yazmak lazım. Ama yok! Seçime 4 gün kalmış, insanın iki duble içmeden yazası gelmiyor. Temmuzun bu sıcak günlerinde İstanbul’dayım üstelik. Sizler de bu yazıyı okuduğunuza göre, sahillerde sırtüstü yatmıyorsunuzdur. Anlarsınız halimden…

İstanbul’dan birinin, bir internet sitesi aracılığıyla (laf aramızda çok önemli bir sitedir) seçim havadisleri vermeye kalkması abesle iştigal gibi. Dev televizyon kanalları, gazeteler, ajanslar bu işi layıkıyla yapıyor. Ben size bireysel gözlemlerimi aktaracağım yalnızca. O büyük mecraların atladığı bazı detayları paylaşmaya çalışacağım.

1999’dan beri seçimleri takip ediyorum. 1980 sonrası kuşağından olduğumuz için, övünmek gibi olmasın, ancak o yıllarda aklımız ermeye başladı. 1999’u, 2002’yi gördük, şimdi yine bir genel seçime gidilirken ‘bu sefer bir şeyler söylemezsem çatlarım’ dedim, kendi kendime.

Neyse uzatmayayım; özetle, bu seçim şimdiye kadar gördüğüm en sönük seçim ve aklımda pek çok soru işareti var: Niye seçime gidiyoruz? Cumhurbaşkanı seçemediğimiz için. Peki, seçimden sonra Cumhurbaşkanı seçebilecek miyiz? Meçhul! Partilerin Cumhurbaşkanı adayları belli mi? Değil. Kimle hükümet kurabileceklerini açıklıyorlar mı? Hayır. AKP yine açık ara birinci mi olacak? Evet. CHP yine ikinci mi olacak? Evet. Oyları ne kadar değişir? Vallahi her gün servis edilen araştırmalara bakılırsa en fazla %5’lik bir artış mümkün iki parti için de. Peki ne değişecek? MHP ve DTP de meclise girecek ve belki sosyalistler de. (ki bağımsız adaylar bu seçimin en önemli olayı)

Bu belirlilik yüzünden mi heyecansız geçiyor peki seçimler? Sadece bu yüzden değil galiba. Cumhuriyet mitinglerinin havası geçti, CHP potansiyel tabanından alabileceği maksimim oya ulaştı, merkez sağda bütünleşmenin olmaması AKP’yi tek seçenek haline getirdi ve en önemlisi düzen-içi partilerin farklı şeyler söylemediği artık anlaşıldı. Tartışabilecekleri yapısal bir mesele kalmadı. Merkez’in temsilcisi CHP, küresel sisteme entegre olamamış burjuvazinin desteği arkasında, şeriat ve bölünme korkusu yayıyor; çevrenin temsilcisi AKP küresel sisteme entegre olan ‘yeni burjuvazi’nin desteğiyle, dünyaya daha çok açılma, özgürlük ve refah vaat ediyor. Ama hangisi iktidara gelirse gelsin; MHP, GP veya DP iktidar ortağı dahi olsa, aynı program uygulanacak. Herkes de bunu biliyor ve dolayısıyla sonu belli bir televizyon dizisi izler gibi, sıkıla sıkıla bu diziyi izliyor. Baykal’ın müthiş gayreti ve CHP’nin kusursuz reklâm kampanyası bile heyecan yaratamıyor.

Peki, ne olsaydı farklı olurdu? Seçim barajı %5 olsaydı, elbette her şey çok daha farklı olurdu. Baykal ve Erdoğan bir televizyon kanalında 3-4 saat tartışsalar sonuç yine farklı olurdu. Ama bunlar olmadı. Şimdi tek umudumuz Cem Uzan’ın bugün (çarşamba) ya da yarın, olmadı cuma günü açıklaması beklenen belge. Uzan, Tayyip Erdoğan’ın Mayıs 2003’te, Başbakanlık’ta Hakan Uzan’dan bir şey istediğini, bu olmayınca Haziran’da Çeaş-Kepez’e el konulduğunu ve siyasi linçin başlatıldığını söylüyor. Açıklayacağı belgeyi bugün-yarın göreceğiz. Cem Uzan’ı tanıyanlar böyle konularda asla spekülasyon yapmayacağını ve elinde ya bir ses kaydı, ya bir görüntü ya da bir resmi evrak olduğunu tahmin ederler. Asıl mesele, Uzan’ın açıklayacağı bu belgeye Doğan Holding medyasının yer verip vermeyeceği. Zira Atv-Sabah grubu zaten TMSF’nin elinde ve bu habere yer vermeyecek. Doğan grubu da (Kanal D, Star ve 10 küsur gazeteyle) bu belgeyi yayınlamazsa dört büyüklerden geriye sadece Show TV-Akşam grubu kalacak. Dolayısıyla Uzan, son kozunu da boş yere harcamış olacak.

Bekleyelim, görelim. Bunu bir ön yazı olarak kabul edin. Ne de olsa seçim günü ve gecesi internet sitelerine yayın yasağı yok. GünlükHayat’ta seçim öncesi ve sonrasında, seçim gündemini ve ‘memleket meselelerini’ işlemeye devam edeceğiz.


Önemli Not: İlhan Selçuk'un MHP için yazdığı "Dün bana işkence etmiş olanlarla bugün el ele vermeyi yurtseverliğin doğal ve sade gereği sayıyorum." satırları üzerine, CHP-MHP koalisyonu ve hatta Demirel’in Cumhurbaşkanı olma ihtimali en çok konuşulan senaryolardan biri haline geldi. Sahi, söz konusu vatansa gerisi hakikaten teferruat mı?