19 Haziran 2008 Perşembe

Post-ezikler Quasimodo’ya karşı

Tuğba Maran

Bazen öyle spesifik şeyler kafanızda dönmeye başlar ki ve öyle birbirleriyle alakalıdırlar ki, bunları bir bağlama oturtabildiğiniz zaman “Evreka Evreka!” diye sokağa fırlayasınız gelir. Tamam, böyle bir girizgah insanda biraz sonra hayatın sırrını söyleyeceğim hissiyatı yaratmış olabilir ama konuyu dağıtmayın lütfen ayrıca. Neyse evde denemenizde hiçbir sakınca olmayan bir testle dilerseniz Amerika’yı beraberce keşfedelim. Oynatalım Uğurcum: “Demet Akalın şarkıları, Küçük Emrah, Nuri Alço, Tecavüzcü Çoşkun, “benim olacak fıstık; vurucam kırbacı vurucam kırbacı”, “tikiler” “anti-tikiler”...En önemlisini sona bırakıyorum tabii; “EZİK” Farkındaysanız hepimiz yıllarca içten içe Nuri Alço gazozumuza ilaç atsın, tecavüzcü Çoşkun ile tercihan ormanda karşılaşalım, eşeği (nam ı diğer fıstık) kamçılayan çocukla gelecekle çeşitli iş münasebetlerine girelim, her “kirli” sevişmeden sonra halı yıkar gibi banyo yapan Ahu Tuğba’yı Nuri Alço kadar hunharca tokatlayalım, Küçük Emrah’ın (annesiyle bilahare ilgilenmek üzere) amcası olalım istedik. Evet evet geç itiraf ettik ama olsun.

Yoksa böyle değil mi? Aslında tam tersi miydi? Biz şu anda retrospektif bir bakışla geçmişimizi yeniden mi inşa ediyoruz?

Yıllarca narkotik bastı basacak, kötü yola düştük düşücez (örnekler çoğaltılabilir) korkusu zerk edilmiş bünyeler olarak bu retrospektif kusuşumuz/bakışımız pek de rastlantısal olmasa gerek. İnsanlara (hele ki ergen ve küçük çocukları ‘eğitmeye’ yönelik) bu türden pek çok ‘masal’ öylesine sakil ve beceriksizce aşılandı ki fazlaca alınan alkol gibi şişede durduğu gibi durmadı; beklenildiği gibi istifadeyle değil istifra ile sonuçlandı.

Sezerciğin agu diyemeden çalışmaya başlaması, boyundan büyük laflar etmesi o yaşta “evin erkeği” olması (aynı şeyler “Ayşecik” “Güllüşah” gibi dişi örneklerinden de gözlemlenebilir) bir yandan özcü kadınlık ve erkeklikleri “kanıtlarken” bir yandan da ‘iyilikleri ile izlekleri ezim ezim ezmelerine’ yol açtılar. Tüm mağdurların yarattığı travmalar beynelmilel alanlara da sıçradı izlediğimiz çizgi filmleri bile bu kategorilere sokarak değerlendirmemize yol açtı. (Gerçi Tweety’nin pek çok antipatik hayranı vardı; hmm bir daha düşünmeliyim galiba.)

Tam bu bakış açısıyla geçmişten özenle seçtiğimiz kurbanlar üzerinden, değilleme metodu ile kimliğimizi kurduk. “Ezik misin yaaa?” sorusu ile sanki insan en büyük korkusunu deşifre eder gibi oldu. Hani yükseklik korkusunun temelinde içten içe oradan atlama isteğinin, dürtüsünün olduğundan bahsedilir ya, eziklik korkusu ile de bu korkunun dalga geçme vasıtası ile sık sık dile getirilmesi de çok ilişkili görünüyor bence. Son zamanların çok tartışılan filmi Recep İvedik’de neye güldüğümüze dair bu bağlamda bir şeyler söylemiyor mu sizce?

Aşk da bu paradigmalardan paçasını kurtaramıyor elbette. Hepimiz ya ‘ezik’ Quasimodo gibi “bana su verdi bana su verdi” diye ortalıkta dolanmakla suçlanıyor ya da ‘post-ezik’ gibi “İsim neydiiii? Hatırlamadımmm” şarkısını söylüyoruz.

Sonuç olarak, ezik olmak ya da olmamak ya da neyse o dalga geçme ikonumuz, hâkim ideolojiden muaf değildir. Ve bu zaman içinde çeşitli şekillerde değişse de biz bunu icra ediyoruz, muhakkak görünür kılıyoruz ne olup olmadığımızı. Lost afişine kondurulan küçük Emrah aynadaki iki halimiz gibi. “Hey gidi eski ben heey, nerede “si-en-bi-si-e” nerede ‘Yeşilçam’ın acıların çocuğu’ ” diye haykırmıyor mu tüm bu şeyler?

İşin daha ilginç yanı tam eski masalarla dalga geçenlerle de (bunlar post-ezik tabirini uydurduğum grup olur) dalga geçen başka insanların kabaca anti-tikilerin ortaya çıkması. Bir yalanın (simulakra daha doğrusu aslında) sonsuza giden simulasyon süreci böyle mi oluyor acaba?