8 Ağustos 2006 Salı

Asıl dertler

kerem özkurt

Karaoğlan hastanede. Bir yaprak daha mı düşecek siyasetin kambur ağacından? Sadece yetmişleri yaşayanlar, meydanda onunla beraber güvercin uçuranlar değil, benim gibi yaşı yetmeyip o zamanları kitaplardan okuyanlar için de bir devrin adamı günbegün soluyor. 1999 seçimlerinin hemen sonrası, gazetede bir fotoğraf geliyor gözümün önüne: Ecevit, bir şey almak için herkes gibi kuyruğa girmiş. Üzerinde de tek cümle: İşte iktidara taşıyan anlayış. Ardından “sol” partisiyle Ecevit’in IMF’yle ortak siyasetleri. Küçük adımlarla gidilen törenler, başbakan için inşa edilen asansörler, gözü önünde uçuşan yazar kasalar ve anayasa kitapçıkları. Okuduğum Ecevit’ten gördüğüm Ecevit’e.


Karaoğlan hastanede, eşi partileri dolaşıyor. Ulusal bir “mutabakat” arıyor. AKP’ye karşı bir cephe değil –çünkü “cepheleşme solda, sağda olur”- bir “ittifak” kurmaya çalışıyor. “Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğini kurtarmak için bir ittifak” Buna göre Türkiye’nin geleceği karanlık. Kapanmayan dış borç, artmayan istihdam, gelişmeyen sosyal haklar, adalet sistemindeki sayısız aksamalar, birbiri üzerine bindirilen vergiler veya bir türlü belini doğrultamayan üretici yüzünden mi? Büyük ihtimalle hayır; çünkü bunlar Rahşan Hanım’ın da aktif siyaset hayatı boyunca bizzat karşılaştığı ve çözmeye çalıştığı sorunlar. Tehlike Cumhuriyet’e yönelik. Belki de Cumhuriyeti yıkacak, “muhafazakar” olarak nitelendirilen bir kesimden gelecek devrim tehlikesi.


Burada böyle bir tehdidin varlığını yokluğu tartışmak istemiyorum; onu benden katbekat daha iyi yapacak dolusuyla yazar arkadaşımız vardır. Benim kafama daha çok takılan, yukarıda saydığım onca sorun yerine neden rejim tartışması yapıldığı. Yada rejim tartışmasının sorunları ne kadar çözebileceği.


AKP de, AKP’ye karşı cephe oluşturmasa da büyük bir ittifak içinde Türkiye’nin geleceğini kurtarmaya çalışacaklar da aynı sıkı para politikalarını takip etmiş, ya enflasyonist etkiyle eldeki paranın reel değerini düşürmüş, yada enflasyonu düşürmesine rağmen ağır vergilerle gelirleri, dolayısıyla alım gücünü hep enflasyon altında tuttuğundan yaşam standartlarında bir iyileşme yaratamamıştır. Burada aşırı genellemelere kaçtığımın farkındayım. Ancak bir noktanın gözden uzak tutulmaması gerekiyor; siyasetin tartışma alanları git gide daha fazla rejim üzerinden yapılıyor. Böylece asıl eleştirilmesi gereken ücretlerdeki düşüşün artık beyaz yakalı işçileri bile isyan durumuna getirmesi, birikimin yollarının tıkanması ve daha önemlisi, “yarın”a duyulan güvenin tümden sarsılması hep kenarda kalıyor. Eğer sorunu illa Cumhuriyet elden gidiyor kaygısına bağlamak gerekiyorsa; hayat gailesinden gittikçe daha fazla payını düşeni alan bir “halk”ın yakında “geçinmek” adına işi (laik olan olmayan) her türlü inancından vazgeçmeye vardırabileceği korkusu hesaba katılarak hareket edilmelidir.


Soyut düzeyde yapılan tartışmaların Türkiye’deki siyaseti bir yere taşıyabileceğini düşünmüyorum. Aksine, gündelik kaygıların arttığı bir dönemde bu tartışmalar, sadece onları sürdürmekte direnen özne ve karşı-öznelerin aralarında bir gündem yaratabilir.”Halk” ise bu tartışmalara öyle yada böyle, hangi taraftan olursa olsun, ara sıra ucundan katılsa da evine her döndüğünde asıl dertlerinin yükünü omuzlarında hissetmeye devam edecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder