18 Şubat 2008 Pazartesi

Türbanlı siyaset


kerem özkurt

Nerdeyse üç haftadır aynı konuya kitlendik; o yüzden yazmadan olmayacak. Yalnız şu çekinceyi koymak lazım en önce; Türk siyasi hayatında herhalde çok az konu türban kadar yapay olmasına rağmen bu yoğunlukta tartışılmış, her ağza alınışta bu derece problem çıkarmıştır. İşin tuhafı, hemen hemen herkes bu meselenin yapay olarak üretildiğinin farkında olsa da tartışmakta, tartışmaya taraf olmakta bir beis görmüyor. Bunun nedeni, ister liberal ister modernist, ister “dinci” ne görüşte olursak olalım hepimizin aynı ideolojik tornadan geçmiş olmamız; bu sebeple de siyaseten ne tartışırsak tartışalım, en sonunda, kendimizi kurucu rejimin ya yanlısı ya da karşıtı olarak tanımlama ihtiyacı duymamız. Diğer bir deyişle statüko, reform, devrim hep aynı dar siyaset alanı için de debelenmek zorunda. Bu da tüm siyaset problemlerini aynı denklemle çözmeye çalışmak, her paragrafın sonunda karşısındakine aynı soruyu sormak haline dönüşüyor: kurucu rejimin yanında mısın değil misin?



Türban meselesinin tüm ekonomiyi ve politikayı oyaladığına daha önce ben de değinmeye çalışmıştım. Ancak bundan kastım türbanı elbette ki bir sorun olarak siyasetin dışına atıp görmezden gelmek değil. Bu türban tartışması yüzünden üniversiteye giremeyen, okumak yerine evinin kadını olmaya zorlanan; okula girse bile peruk gibi gülünç yollara başvurmak zorunda kalan, hatta daha vahim olarak saçlarını kazıtmak gibi radikal çözümlere gidebilen; haksız yere inançlarıyla istekleri arasında seçim yapmaya zorlananlar günlük hayatımızdan çok uzakta değiller. Ancak içinde bulunduğumuz türban tartışmasını yaratmaktan ziyade mağduru olan bir topluluk bu; buna dikkat etmek gerekir. Şu anki tartışmanın yapaylığı da buradan geliyor sanırım; mağdur olanın sözcülüğünü yapmak adına sahneye atılanın esasında mağdur gruptan olmaması; sadece kendi sınıfsal çıkarı için bu sözcülüğe soyunması ve en kötüsü tartışma kaybedilse de kazanılsa da mağdurun mağdur, galibin galip olarak kalacağı gerçeğinin lök gibi ortada durması.



Tam da bu noktada, şu an konuştuğumuz türban tartışmasının toplumsal kaynağına, nereden kaynaklandığına, önceki dönemlerde tartışılan türbandan nasıl farklılık gösterdiğine bakmak gerekiyor. Sorun, türbanın, nasıl oluyor da, tüm diğer siyasi, sosyal, ekonomik problemler arasında kendini bu derece öne çıkartıp, örneğin tersane işçilerinden, yeni ceza kanundan yahut ekmeğin artan fiyatından fazla konuşulduğunu anlamak. Tartışmanın reel bir karşılığı yok değil; ama yarattığı etki gerektiğinden katbekat fazlaymış gibime geliyor. Şu an yapmakta olduğumuz türban tartışmasının rejimsel bir sorundan çok bir iktidar mücadelesinin parçası olduğunu düşünüyorum.



Benimkisi basitçe farklı bir açıdan yaklaşabilme, belki havada anlamsız kalan bu tartışmanın ayaklarının nerede yere değdiğini bulmaya çalışma. Yalnız daha önce, bu satırları kaygıyla okuyanlarını içlerine su serpeyim. Bence türban Cumhurbaşkanı’nda epey oyalandıktan -Gül parti içinde hem sağduyulu kanadı temsil ettiğinden, hem de iktidar partisi, cumhurbaşkanının göreli özerkliğini kanıtlama endişesinde olduğundan yasayı bekletecektir-, belki birkaç sivil toplum kuruluşunun ve diğer partilerin görüşlerine de danışıldıktan sonra –“hep danış ama asla kulak asma” tekniğini uygulayarak- resmi gazetede yayınlanacak. Sonra anayasa mahkemesine götürülecek. Yasal bir engel olmamasına rağmen iptal edilecek; çünkü hepimiz çoktan öğrendik anayasa mahkemesi hukukiliğinden fazla siyasi kararlar alır. Kısaca bu yasa değişikliği ölü doğmuş bir çocuk. Burhan Kuzu hoca bile bunun farkındadır herhalde. Neticede, tüm bu sahne gösterileri AKP’nin tabanı ile olan gerginliğini azaltmış olacak. Bir kez daha mağdur olmanın verdiği mahzunlukla önümüzdeki yerel seçimlerde az biraz (bence cumhurbaşkanlığı seçiminden olduğundan çok daha az) sempati toplayabilecek. Diğer yandan kendilerini rejim muhafızı ilan eden gruplar da bu küçük zaferin verdiği sarhoşlukla bir süre daha kendilerini avutacaklar.


Hoş, bence yasa çıksaydı bile üniversitelerde kan gövdeyi götürmeyecekti. Birbirinden hâlihazırda şüphelenenler daha fazla şüphelenecek, kalanlar arasında eski ilişkiler devam edecekti. Yani bir arada türbanı sorun etmeden yaşayabilenlerin tutumlarında çok fazla bir değişiklik olacağını tahmin etmiyorum. Birand’ın programı (32. Gün) sizi hemen yanıltmasın; oradaki temsilin küçük bir Türkiye portresi olduğunu da düşündürmesin. Keşke bir gazeteci eline mikrofon alıp da Anadolu’daki üniversitelere de gitse; orada olup biten daha önemli geliyor bana. Yoksa türban takanı da takmayanı da İstanbul’da benzer ekonomik sınıfların içinden konuşuyorlar; bunu unutmamak lazım. Sanırım tam da bu noktaya odaklanmamız gerekiyor; türban tartışması, her ne kadar üniversite kapısında kendini zincirleyen mağdurların isteklerini dillendirse de, şu aşamada, ekonomik gücünü henüz elde etmeye başlamış bir toplumsal grubun siyasi ve kültürel gücünü, var olan siyasi ve kültürel güçler karşısında pekiştirme amacını taşıyor.

1 yorum: