8 Mart 2010 Pazartesi

Kadın+Savaş = 82. Oscar, Emek+? = 8 Mart*




Duygu Kocabaylıoğlu


Efenim malumunuz dün gece Amerikan sinema sektörünün dinamiklerini belirleyen Akademi Oscarlarının 82.'si Kodak Theater'da 'görkemli' bir törenle dağıtıldı. İlk kez bu sene En İyi Film kategorisi adayları ona (sayı ile 10) çıkartılmışken, bu çok kıymetli heykelciğin kime gideceği tartışmaları en çok öne çıkan iki film Avatar ve The Hurt Locker (Ölümcül Tuzak) arasında yapıldı. Şahsen iki filmi de seyreden bir sinemacı olarak görselin etkileyiciliğinin akademi üyelerinin aklını gene cezbedeceğini ve James Cameron'ın Avatar ile teknik dallar dahil pek çok heykelciliği evinin kristalden büfesine götüreceğini tahmin ediyordum. Fakat akademi bu sefer benim yüzümü kara çıkardı!

82 yıllık oscar tarihinde ilk kez bir kadın yönetmen Kathryn Bigelow - ki bilmeyenler için hatırlatalım, kendisi James Cameron'ın da eski eşidir- En İyi Yönetmen dalında ve filmi The Hurt Locker da En İyi Film dalında oscarcıkları kucakladı. Eh 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününe denk gelen bu 'güzel tesadüfe', biz kadınlar olarak cümleten "yaşasın pozitif ayrımcılık!" nidalarıyla eşlik ettik...mi? Dahası sırf yönetmeni, bazılarının hiç de umrunda olmayan Oscar tarihinde, bir kadın olarak ilki gerçekleştirdiği için Amerikan militarizimini ve milliyetçiliğini sonuna kadar pohpohlayan, binlerce masum sivilin ölümüne yol açtıkları ve kanlı bir savaşa dönüştürdükleri Irak işgalini 'canları pahasına orada olmak zorunda olan kahraman askerlerimiz!' makyajlamasına büründüren bir filmi ne kadar alkışlayabiliriz? Çok amiyane tabirle sormak istiyorum : Hey kadınlar, sevgili hemcinslerim, ne oluyoruz yahu? Kendinize gelin Allah aşkına! Yok erkek dünyasına bile kadın bakış açısını ve merhametini aktarmışmış Bigelow! Çok affedersiniz ama yemişim öyle kendine müslüman merhameti ben! O kadar deriiiin bir merhamet duygusu olsaydı Bigelow'un, hem kırmızı halı röportajlarında hem de teşekkür konuşmasında Irak savaşından sadece kendi askerlerinin eve sağ salim dönmesini dilemezdi. Ya da en temelinde filminin eksenini Amerikan askerleri için 'çakı gibi delikanlı, cesur çocuklar' ve Iraklılar için 'hepsi birbirine benzeyen, cahil, cühale pis Araplar' klişelerine oturtmazdı.

Fakat çok şükür ki Ortadoğu'nun ortasında bir memlekette olduğumuz için Bigelow'un ne yapmak istediğini, akademinin de bu kartları görüp, Amerikan halkının gönlünde yatan aslana göre oy verdiğini gönül rahatlığı ile dillendirebilirim. Burada filmin detaylı eleştirisine ya da analizine girmeyeceğim; hem yeri değil hem de zaman ve emek kaybı. Alın orta karar bir Vietnam savaş filmini, mekanları Irak'a taşıyın yeter. "Sen sinemacısın, bu kadar sığ eleştiri olur mu?" demeyin, sığ Amerikan ulusalcılığını pohpohlayan filme getireceğim eleştiri bu kadar olur. Fazlası israf!
Yalnız şunu söylemek ile yetineceğim: eğer ki film adayları 5'te kalsaydı muhtemelen kapışacak üç film Avatar, Inglourious Basterds(Soysuzlar Çetesi) ve Up in the Air (Aklı Havada) olurdu ve bu listeden Avatar diğer filmlere kafa göz geçirerek 1. film olarak hak ettiği(!) heykelciliğini alırdı. Bu yorumu Avatar'ı muhteşem(!) bulduğumdan yapmıyorum, Akademinin neye göre nabız yokladığına ve sektöre nasıl şerbet verdiğini az çok bildiğim için ekleme gereği duydum.

Bigelow ve ekibini içinden çıktıkları milleti çok iyi analiz edip, tanıdıkları ve nabza göre şerbet vermeyi becerdikleri için tebrik ederim.
Bu vesileylen de kendisi, ekibi ve kendisine oy veren Amerikan kadınları haricinde bütün emekçi kadınların 8 Mart'ını kutlamayı ve anmayı borç bilirim. Pozitif olarak ayırıyorum, aman yanlış anlaşılmasın!


* Bütün yazıdan bir anlam çıkartıp, başlıktaki bu denklemi ilk çözen hemcinsime tek taşını kendi kendisine almasını salık veririm...
Sürç-i lisan ettiysek affola, ben her 8 Mart'ta sinirlerim...
Fotoğraf: ntvmsnbc.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder