9 Haziran 2006 Cuma

Tek yol türbe!


Mustafa Kuleli

“Din, mutsuzluktan ezilmiş bir yaratığın özlemi, umudu, ruhsuz bir dünyanın ruhu, akılsız bir dünyanın aklıdır. Din halkın afyonudur.”*

Bundan 163 yıl önce, Karl Marks, işte bu sözlerle açıklamış dinin mahiyetini. Hatırlatmak lazım; o zamanlar afyon, ilaç olarak da kullanılıyormuş. 163 yıl sonra bugün de dini inanışlar, insanların acılarını dindiren biricik ilaç galiba...
Bu deva arayışının en görünür hali; türbelerde dilekte bulunma, adak adama, çaput bağlama gibi pratikler. ‘Popüler dini pratikler’ diye adlandırılan bu davranışlar, ‘resmi din’e mensup kişilerce günah addediliyor. Diyanet İşleri Başkanlığı ve bu kuruma bağlı müftülükler, her fırsatta ‘vatandaş’ı uyarıyor, yalnızca Tanrı’dan dilekte bulunulması gerektiği belirtiliyor. Aksinin Tanrı’ya eş koşmakla aynı anlama geldiği ve bunu yapanların affedilmeyecek bir günah işledikleri çeşitli yollardan anlatılıyor. Gel gör ki, derdi çok halkımız, her şeyi öbür dünyaya bırakmaktansa, bu dünyada da mutluluk, bu dünyada da sağlık, bu dünyada da refah istiyor. Mutsuz çoğunluk, bu ruhsuz dünyanın ruhunu, türbelerde buluyor.

‘Uğursuzluk’tan kurtulmak isteyenlerden, ‘kaderi, kısmeti bağlanmış’lara, iş arayanlardan, üniversiteye girmeye çalışanlara pek çok insan Bakırköy’deki Zuhurat Baba Türbesi’ne gidiyor. Bu türbede, ev ve araba isteyenler bahçeye anahtar bırakıyor, çocuğu olmayanlar türbeye beşik asıyor. Büyükada’daki Aya Yorgi Kilisesi'nin ise sinir hastalıkları ve felce çare olduğuna inanılıyor. Kilisenin bulunduğu tepeye çıplak ayakla çıkılması halinde, dileklerin gerçekleşeceği, bu yokuş boyunca makara çözülerek ve kimseyle konuşmadan çıkılırsa, genç hanımların kısmetlerinin açılacağı düşünülüyor. Ankara-Ulus'taki Hacı Bayram Veli Türbesi’ni ziyaret eden kadınlar, minare kapısının kilidini, ev istiyorlarsa ev anahtarı, araba istiyorlarsa araba anahtarı ile kurcalayarak, dileklerinin gerçekleşmesini umuyor.

Eyüp Sultan, Merkez Efendi, Aziz Mahmud Hüdai, Telli Baba, Helvacı Baba, Zuhurat Baba, Oruç Baba, Karacaahmet, Şahkulu, Gül Baba, Tuzcu Baba, Haydar Baba ve diğerleri… İstanbul’daki, 300 türbe, her gün ziyaretçilerini ağırlıyor, her kesimden binlerce insan, çeşit çeşit sıkıntı ile türbelere koşuyor.


Necati Yürüt, 54 (İnşaat Mühendisi)
“Genelde Cuma günleri gelirler. İşte ne bileyim, sünnet olacak çocuklar, evlenecek olanlar falan gelir buraya. Bizim çocuklar da sınava girecekler, onları getirdik. Dua okuyorlar şimdi içeride.
Ben normalde pek gelmem, çocukların isteği üzerine geldim. Aslında şans getirmesi diye bir şey de yok. Sen çalışmadıktan sonra dua etmekle olmaz o iş. Sen hazırlığını yaparsın sonra burada vicdanını rahatlatırsın. Çalışma çalışma, sonra gel burada istersen on gün yat kalk dua et, olur mu? Öyle bir inancım yok yani.”


Mehmet Yavuz, 65 (Tüccar)
“Ben buralı değilim. Elazığ’dan geldim iş için. Elazığ’da da çok vardır böyle türbeler. Onlara da gideriz, namazımızı da kılarız. Ama bir şey istemeyiz onlardan. Zaten onlar da insandır ama zamanında çok çalışmışlar. Onlardan bir şey istemek yanlıştır.”

Aysu Savaş, 23 (Açık Öğretim Fak. İşletme Böl. Öğrencisi)
“Sıkça geliyorum türbelere, Eyüp Sultan’a, Sultanahmet’e gelir giderim her hafta. Dinimizce uygun değil türbelere gelip dilekte bulunmak. Çok da saçma ayrıca. Yanlış buluyorum. Hurafe hep bunlar. Allah’a şirk koşuyorlar. Dini eğitim yetersizliğinden kaynaklanıyor. Herhalde türbelerde yatanları insan olarak görmüyorlar. Böyle, dileklerini karşılayabilecek biri olarak görüyorlar. Anlayamıyorum ben de, bilemiyorum neden böyle yapıyorlar.”
Gülsüm Kaya, 32 (Ev Hanımı)
“Bahçelievler’den geldik Eyüp Sultan’a. Arkadaş grubumuzla beraber türbeleri dolaşıyoruz her yıl. Yüşa Hazretlerine gittik, Ak Baba’ya gittik, Mahmut Hüdai Hazretleri’ne gittik. Her türbenin ayrı usulü var. Kimisinde çaput bağlarsın, kimisinde taş bırakırsın, kimisinde etrafında üç tur dönersin. Allah’ıma dua da ederim, türbeye gelip dilek de dilerim, kurban da keserim. O ayrı, o ayrı. Yeter ki kabul olsun dileğim.”

Hülya Meriç, 22 (Radyo Programcısı)
Erzincan'da Terzi Baba’ya gittim, bir de Hacı Bektaş-ı Veli türbesine, Nevşehir'de. Hacı Bektaş'a gittiğimizde bir ağaç vardı, oraya çaput bağladım. Üniversiteyi kazanmayı diledim Hacı Bektaş’tan. Ben inanış olarak Alevi olduğum için Hacı Bektaş'a gittiğimde dileğimi ona yönelttim. Oraya o zatı görmeye gidiyorsun, türbesinde tabutun başındaki bezi öpüyorsun, saygını sunuyorsun, dileği de ondan istiyorsun. ‘Ben sana geldim, saygımı sundum, dileğimi kabul et.’ diyorsun. Aslında o da Allah'ın kulu ama o farklı. Allah katına ulaşmış, ya da aracılık yapmış Allah ile kul arasında. Dolayısıyle duamızı ulaştırabilir. İsteğimizi Allah’a kabul ettirebilir. Ben Alevi olmama rağmen dine çok bağlıydım üniversitedeyken. Namaz kılmayı öğrenmiştim ve namaz kılıyordum. Yani anlattıklarımda bunun da etkisi var. Ben cahil değilim. Türbeye gitmek cahillik değil.”


* (K.Marks, Hegel'in Hukuk Felsefesi'nin Eleştirisine Giriş)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder