2 Ekim 2006 Pazartesi

Çocuk olmak güzel şey...

Melike Geçgel

Bu aralar gözlerim çocuklara takılıyor sık sık. Nerde bir çocuk görsem incelemeye alıyorum ta ki onu incelediğimi anlayıp da bana ters ters bakana dek. Bazen kendi çocukluğumu görüyorum onlarda bazense iyi ki 80lerde çocuk olmuşum diyorum. Ben gerçekten çocuktum o yıllarda, büyüklerim gibi müziğini falan hatırlayamam 80lerin ya da siyasi karmaşasını ve ressamı, tombul amcayı. Gerçi büyüyünce dinlediğim için biliyorum ama yine de tanıklık edemedim bu konularına. Ben sadece oyun oynardım sokakta sorumsuzca, hiç düşünmeden, düşe kalka oyun oynardım. Bir de çizgi film izlerdim. Belki sizler kadar şanslı değildim televizyon konusunda, yasaktı çünkü izlemem, annemin izin verdiği saatlerde açılırdı o renkli dünya benim için ve öyle saatlerce de oturamazdım karşısında. Belki de bu yüzden şimdikilerden daha şanslıyım sokaklarda özgür olmanın ne olduğunu öğrenebildiğim için.

Ben bilgisayara ilk kez lise son sınıftayken dokundum. Hala da iki elimle yazamam. İşte asıl sorunlarımdan biri benim bilgisayar. Geçen günlerin birinde internet kafeye gittim, çıkartmam gereken yazıyı düzenliyordum. Yanımdaki sandalyede sarışın dünya tatlısı bir erkek çocuk oturuyordu. Bacakları yere bile değmiyordu. Bir anda onu izlemeye koyuldum. Ekranına doğru uzandım ve strateji olduğunu düşündüğüm bir oyun oynadığını gördüm. Kafenin sahibine seslendi “abi anneme telefon açabilir misin, merak eder beni” dedi. Adam da “numarayı biliyor musun?” dedi. Çocuk kalktı ve adamın yanına gidip telefon numarasını söyledi tek tek. Çünkü daha okuması ve yazması yoktu. Sadece ezberlemişti numarayı. Bir anda hayranlık duysam da içimi bir hüzün kapladı hemen arkasından. Ben o yaşlarda oyun oynardım arkadaşlarımla. Birbirimizi görerek, dokunarak, konuşarak, gülerek oynardık. Beraber yaratırdık bazen oyunları. Hepimiz aynı yalanları söylerdik babalarımız eve gelince. Çünkü bir tabuydu, baba eve geldiyse oyun saati dolmuştur. Ve üzüldüm o çocuğun yerine. Büyüyünce pişman olmasın diye, ben üzüldüm.

Çocukken ben -fiziksel ve düşünsel olarak- ki şu anda da çocuk olmadığımı kabul etmiyorum –hislerim bakımından- sevdiğim oyunlarım vardı. Saklambaç, dokuz kiremit, ip atlama ki bunun bin bir şekli vardı, istop, yakan top, ortada sıçan, yerden yüksek, körebe, aç kapıyı bezirgân başı... Benim arkadaşlarımla kavgalarım belli bir seviyedeydi öyle ana avrat küfürlü değildi. Ya bilmiyorduk ya da utanıyorduk o ayıp sözleri söylemekten. Örneğin bizi oyundan atmaya çalışan kendini beğenmiş bir arkadaşımıza “tapusu senin mi” derdik, hatta bu atışmaların içinde “sana ne, saman ye, daha doymazsan beni ye” gibi şu an manasız bulsam da inkâr etmeyeceğim sözler vardı. Eğer bir arkadaşımla aynı anda bir şey söylersek “cips, kola,özel kilit” derdik. Bakkal amcamız vardı, elimize geçen parayı çarçur etmenin en zevkli yoluydu ona uğramak. Leblebi tozu vardı mesela hiç unutamadığım, küçük torbalarda rengârenk kolonyalar patlatmalık, uçurtmalar vardı, plastik toplar iki günde patlayanından, ağaçlar vardı tırmandığımız ve meyvelerini patlayana kadar yediğimiz, sokaklarda çınlanırdı o zamanlar çocukların oyunlarıyla kahkahaları. Şimdiyse ya kavga ediyor çocuklar okul çıkışlarında ufacık boylarıyla ya da internet kafelerin kapısında sıra bekliyorlar düşmanlarını öldürmek için. Ben yüksek sesten korkarım, bir yerde havai fişek patlasa, gök gürlese aklıma savaş gelir. Çocukların vurulduğu... Bir yanda çocuklar gerçekten ölüyor, bir yandan çocuklar yavaş yavaş öldürülüyor.

Ben hala saklambaç oynuyorum dünyayı ele geçirmeye çalışanlarla, ben hala gözlerinde örtü olan ebeye yakalanmamaya çalışıyorum. Bunca engele takılmış ve takılmaya devam eden, düşe kalka var olan bir ülkede hâlâ mutlu ve umutlu olabiliyorum. Hâlâ o günleri iyi ifade edemiyor, tüm yeteneğimi çocukluğum karşısında yitiriyorsam... Çocuk olmak ne olursa olsun güzel şey, çocuk ne olursa olsun masum bir şey.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder