12 Eylül 2008 Cuma

İstemekle başlar


kerem özkurt

Ne dünyanın bir yerinden ilk başlangıcın taklidi deney, ne yurdum medyasının yurdum başbakanı ile kavgası. Ne ekonomik kriz ne düşen çıkan rakamlar. İftar saati yaklaştıkça sinir katsayısı yükselen, bitkin, bıkkın belediye otobüsü yolcuları; bir türlü ilerlemeyen trafik akşam vakitleri. Sabah vakitleri uyku mahmuru, rahatsız yüzler görmek; kiminin kulağında, kulağa vaaz edilmiş de nedense hala bangır bangır çınlayan bol baterili bir müzik. İtişmeler kakışmalar. Elbette kallavisini yaşayanlar da vardır tüm bu dertlerin; ama beni birkaç gündür ucundan tuttuğum kadarıyla bile yordu gerçekten.



Bu akşam ama; hepsini koyuverdik gitti. Karnıma ağrılar girene kadar güldüm. Basit bir arkadaş toplantısında; öylesine buluşmuşken. Öylesine konuşuyorken. Okul anılarını birbirimize tekrarlarken; aramıza henüz katılmışlara da yeni bir şey anlatıyor gibi heyecanla anlatırken. Her iki durumda da tekrar tekrar aynı keyifle gülerken. Gülmek ne kelime, nefesimiz tutulmuş karnımıza kramplar girerken.



Hoş bir sedaymış havada asılı kalan bizden sonra; hakikaten öyleymiş. Sokaktan çıkarken bile az önce attığımız kahkahalarımızın hala çınladığını duyar gibiydim. Sonra arabada hepimiz aynı şeyi düşünmüşüz; ne güldük bu akşam. Öyle bir zaman dilimi vardı her günümüz böyle geçiyordu. Böyle gülüyorduk dedik. Oysa şimdi herkesin başında iş güç belası. Hayat gailesi işte.



Düşündüm de gülüyorduk o zamanlar da katıla katıla. Sonunda eve dönüyorduk. Kendi kendimize düşünüyorduk ne yapacağız okul bitince. Bir yerde staj yapmalı. Nerden ek bir sertifika alıp da diğerlerinden daha albenisi olan bir adaya dönüşmeli. Nerden nasıl iş bulacağız. Şimdi işimiz var ama sıkıntılar geçmiş değil.



Böyle bir hayat var mı? Geçim kaygısının adamın en keyifli anında bile kafasının bir köşesinde durup aklını kurcalamadığı? Nasıl olsa doyarım, nasıl olsa insan kabilinden değerimi bilen biri çıkar diye hiçbir şeyi kafana takmadığın? Kahkahayı yüreğinden söker gibi koyuverdiğin bir hayat?



İki kişi dikiliyor karşıma. Biri çekip gitmekten bahsediyor. Uzakta bir sahil kasabasında çıplak ayaklarını iskeleden aşağı sarkıtmış balık tutuyor; ya da sevimli küçük bir pastane açmış en yakın arkadaşıyla, kendileri yapıp kendileri satıyorlar; tayyörleri ceketleri çıkartıp uzun etekler giymişler ve Fransız kadınları kadar alımlılar.



Diğeri kendini geliştirmek lazım diyor; kendini geliştirmeye yarayan kitaplardan bir cümle okuyor; küçük şeylerde aramak lazım mutluluğu. Hep pozitif düşünmeli, bardağın dolu tarafını görmeli. Çalışma masana çiçek koymalı mesela; tabağındaki makarnaya ketçaptan surat çizmeli.



Birincisine kaçmayacağım diyorum. Mutluluksa burada da olmalı; burada benim durduğum yerde; hemen şimdi. Kasabada emekli falan olunca değil. İşime giderek de, alıştığım gezdiğim şehirde yaşarken de insanca yaşabilmeliyim. Hem de diyorum ikincisine dönüp, küçük şeylere ihtiyaç duymadan, çünkü hayatımın kenar süsü olmaktan çıkacak mutluluk, temeline oturacak. Makarnadaki suratı bırak, benim suratıma bak; çoktan bir gülümse yerleşmiş ortasına baksana.



Çok mu şey istiyoruz. Hani istemekle başlardı sevmek…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder