26 Ağustos 2008 Salı

Memleketin hali, ahvali



Duygu Kocabaylıoğlu

Başbakanı olduğu ülkenin resmi dilinde kullandığı kelimelerin sözlük anlamlarından bi’haber başbakanlardan, fani halkın cebinden uhrevi nedenlerle çaldığı altınları geri isteyen hocalara; insani(!) gövde gösterisiyle boğaz sularından geçen savaş gemilerinden, Osmanlı’nın zayıflayıp dağılmasından da bizzat suçlu olan ‘ergenek düğümlerine’ kadar gene rengârenk, gene türban-cumhurbaşkanlığı-anayasa tartışmalarını aratmayan nur topu gibi gündemlerimiz var. Kafkasya’da, fillerin enerji savaşı yüzünden çimenlerin nasıl ezildiğini görünce insanlığımdan utanıyorum. Irak’tan, Afganistan’dan, lanetli topraklar Orta Doğu’dan geriye ne kadar utancım kaldıysa onla utanıyorum işte.

Hükümetlerin eli hep cebimizdeydi zaten; 30-40 yıldır alışkanız memur-işçi ücretlerinin açlık seviyesinde olmasına, artık uçan kuşa bile seve seve vergi vermeye. Misal, Aylık 7ytl’lik telefon görüşmesi yapıp, bunun 3 katını ülkenin en çok para kazanan komedyenin reklam filmlerine vermeye. Devlet babanın aldığı KDV üstünden, şimdi İsrail’e özel özel iletişim vergisi hediye ediyoruz.

Fakat, artık yöneticilerimizin gözü başka ceplerimizde. Hiçbir zaman ‘ayıp’ yaftasından kurtulamayan cinselliği, nasıl yaşamamız gerektiği 1 yıl boyunca birilerinin uykusunu kaçırabiliyor çalışma masalarında. Gençleri yasakla, günahla, çarşafla ‘korumayı’ akıl eden zihniyetler, bu akıllarıyla övünüyorlar. 1970 gazetelerindeki haberler diyor ki, “Milli Selamet Partisi genel başkanı Necmettin Erbakan 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı etkinliklerinde stadyumda dans eden öğrencilerin etek boylarını kısa bularak, genel ahlaka aykırı olduğunu söyledi.”

Ve mayıs ayının her yerde sıcak geçtiği bu memlekette, uzun kollu, jarse kıyafetlerle işkenceye çevrildi bayramları gençlerin. Gençlerin ahlakını korumak için! Ne korunmaz şeymiş şu ahlakımız; mini etekle, topuklu ayakkabıyla, sadece İzmirli olmakla bile kaçıp gidiyor. Şimdi de dergi-CD alanlar en modern yöntemlerle fişlensin, hatta bence herhangi bir korunma yöntemini satın almak isteyen gençlerin nüfusunda ki evli-bekâr hanesine bakılsın. “Korunma öyle değil, böyle olur” densin. Erbakan’ın ektiği tohumlar hala parlak meyveler veriyor. Belli ki organik yetiştirmiş; hiçbir katkı maddesi kullanmamış ekerken. Hasadı da üç nesil sürdü hayırlısıyla.

Alelacele geri çekilen yasa tasarısı müsveddesinde yer alan internetle ilgili maddelere hiç değinmiyorum bile; zira internetin dörtte biri ülkemizde hali hazırda normalde kapalı! Siz Çin’i eleştiredurun, “Google’da şu kelimeler aratılamıyormuş, yok bilmem neye sansür varmış” diye, kınama cümlelerine devam edin. Ya da devam etmeden önce dönüp kendi erişimlerinize bakın. Acaba Youtube yetkilileri yasağın çevresinden dolaşmakta usta olan Türklerin bu yeteneğini keşfetti de, “nasıl olsa giren giriyor” mantığı ile mi sitesinin dört aydır bu ülkede yasaklı kalmasına ses çıkartmıyor, anlayamıyorum. Öte yandan da, bu site kapatma konusunda yargı mercilerimizin hızı benim gözlerimi yaşartıyor. Suçu her şeyiyle sabit, pişkin katiller “Bir Ermeni’yi daha öldürmüş olmanın” gururuyla sırıtarak kameralara poz veriyor ve nedense davaları bir takım gerekçelerle ileri tarihlere erteleniyor. Onları savunan ‘avukatları’ var zira.

Bir de bu yana bakıyoruz, Türk Telekom’un büyük(!) hizmeti, şikâyet formu sayfasını 10.000 küsur vatandaşımız kendine görev bilip doldurmuş. 10.000 küsur site zararlı; efendime söyleyeyim hakaret, pornografik içerik vs. ihtiva ediyor demek ki. Bu sitelerin yüzde kaçı yargıda bir avukat tarafından korunup, savunulabiliyor peki? Suçları, neye göre, kime göre sabit? Savcının hakkınızda dava açması, sitenizin kapatılması için fazlasıyla yeterli. Adaletin hızına hayran olmamak elde değil. Sağlık Bakanlığı’na açılan tazminat davalarının sonuçlanmasının, davacının ömrüne bedel olduğu bir memlekette, yargının sansür hızı Stalin Rusya’sını aratmıyor.

Velhasıl can sıkan sorun o kadar çok ki, çomakla deş deş bitmiyor. Ülkenin neresini tutsam elimde kalıyor sanki. Spordan sadece futbolun anlaşıldığı topraklarda, olimpiyatlarda elenen sporcular ayıplanıyor; hayran olduğumuz Avrupa’nın çöpe attığı nükleer santraller bağrımıza dikiliyor; başkentliler kendilerine zehir içiren sevgili başkanlarını 6 ay sonra tekrar seçmek için hazırlanıyor…

Bu ülkede düşünen, gören, sorgulayan insan olmak gerçekten sabır ve sağlam bir sinir sistemi gerektiriyor…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder