18 Ocak 2009 Pazar

Yıllarca böyle bildiniz siz: Mesut Bahtiyar’dan şarkılar dinlediniz

Tuğba Maran

Köyden emicegil ya da Ekvatordan hala kızı size tropikal meyve yollamış diye düşünün. (dikotomiye gel!) Bu meyveleri ikiye ayrımış; biri kuzey malı biri de güney malı demiş öbürü de hani bana hani bana demiş. Şaka şaka dememiş. Neyse, iki tane ayrı dünyaların meyvesiyle yayla lezzet testine giriştiniz. Ve fekat hala kızı Zehra’nın kavanozlarından birinde, diğerine ait olması gereken bir meyve gördünüz. Hayda bre pehlivanlar ne olacak şimdi? Etrafı hızlıca kesip, usulca o meyveyi ait olduğu diğer kavanoza mı koyacaksınız? Ya da fikrine şüphe hâsıl olmuş bir kimse olarak iki kavanozu da boşaltıp “hala kızı Zehra” şarkısını söylerek tek tek bakacak mısınız, teyit mi edeceksiniz çok bilir hala kızını?

Eveet geldik Descartes ile günün meselesine. Aslında felsefik bir eylem içindesiniz “aman yavaş aheste!” (Barış Manço günü oldu) Descartes de böyle yapmıştı. Hala kızına güvenme istediğini, yusuf yusufluğunun etkisini “kartezyen döngü” kelimesi ile dilimize kazandırılmış durumda. (“Keşke sırf bu yüzden sev(me)seydim seni” Dekart kabakaağt!) Kabaca “her bilgiyle uğraşamam; şöyle anaç bir bilgi bulurum, onu iki satır sorguladım mı o bilginin yevrucaklarını sorgulamama gerek kalmaz” dedi. Dedi evet. Aynen bunu dedi. (Benden siriyısliy felsefe öğrenmeyeceğiniz için gayet lakayd yazıyorum kaynak sorana darılabilitem mevcut) Siz içinizdeki küçük dekart ile ne yapacaksınız? Muhtemelen o kadar incik cincik kim uğraşıcak deyip atıvericeksiniz diğer kavanoza “istisna” meyvenizi. Gece uyuyabilecek misiniz peki? (O-hayn!) O değil de, en azından o iki kavanoza da eskisi gibi bakmayacaksınız. En azından gözlerinizi kısarak bakıp “hmm hıımırtı” diye yoklayacaksınız meyveyi. Hele kurt murt çıktıysa aborey! Tek tek açacaksınız el mecbur. Yoksa midemiz çok mu genişledi? Yuta yuta... Böyle mi olacaktık yalep?

Baban da mı ististaydı?

Ya dostlar kâh güldük kâh düşündük deyip kıssadan hisse yapasım geldi ama konu burada bitmeyu. “Bize meyve falan gelmiyo tığam mı? Hem ne alakası var ki?” diyenler için devam edelim. Peki. “Bize de gelmiyor zati. Ev yapımı bir metafor bu. Hem arkadaşın neyin de mi yok insafsız?” diye serzenişleri cevapladıktan sonra sadede gelelim kuzum. Gündelik ilişkilerimizde de (one-night stand falan düüermişim) birtakım kişiler bazı algı kavanozlarımızdaki “yanlış yerlerden” çıkabilirler. Bu durumda ne yaparız? “Hiç öyle görünmüyorsun biliyor musun?” Ya da “göründüğünden çok farklısın” deriz. Karşıdaki düşünür. “Kim gibi?” Kafasındaki balon içinde meşhur Rodin heykeli belirir. İstisna dünyasına hoş geldiniz. (ALKIŞ KOPAR)

Bodoslama konuya dalıyorum ki arkasında aslan kral gibi durduğum bir iddiam var: Herkes kendisini, kendi yaşantısını şöyle bir gözden geçirse istisnalardan mütevellit bir hayat yaşadığını görebilir. Safi münferitiz mübarek. “Baban da mı ististaydı hey yavrum hey” diye sorarsanız evet babam da öyleydi. Herkes dedim insanlığı bağrıma bastım (anti-hümanizmamı çizdim) ama cidden kuyruğu titreticem bu meseleden; o derece bıktım usandım.

You rock my world!

Bir insan/bir olay bizi alaşağı edip de cebimizden bozuk para gibi şakır şukur “sağduyulu” (sosyolocik anlamda “common sense” demek isterdim aslında ama bunu Türkçeye çevirenle yıldırım nikâhı ile evlenicem o derece) bilgiler döküldü mü utanmadan hâlâ o kişiye, olaya, ne haltsa işte “istisna” diyebiliyoruz. Peki cancağızlar benim derdim bu insanla mı? Değil. O zaman derdim nedir? Derdim aksini iddia edendir. Yani önyargısız olduğunu iddia eden, yaygın olanın dışına çıkmış “görünendir”. Asidir. Gençtir. Galiba bal tutmadığı için parmağını yala(ya)mayandır. (Bu çok önemli bir krıterdir ancak bir kusuru vardır: Zamana bakar; bal tutmasını beklersiniz karşınızdakinin) Aman efendim o zalak, bu çıngıraklı, şu marslı, bu anarşik, na şu hepten tikican. Kabul ediyorum tasnif etme kaçınılmaz bir pratik ihtiyaç olabilir. Deneyimlerinizden (en iyi ihtimalle tabii! Tersi yönde iddialar için bkz. “Bir arkadaşım anlattı” ekolü.) birkaç şey öğrenmişizdir; bir de okuduğumuzdan ettiğimizden vs öğreniriz… Ve fekat harbiden öğreniyor muyuz? Yoksa argüman mı besliyoruz evcil hayvan niyetine; işte bunu bilmiyorum. Ötekinin olmadığı yerde beriki de olmaz. Sahi biz bunu gerçekten biliyor muyuz ecabağ?

Benim gözümde bir insanı nev-i şahsına münhasır yapan şey yetiştiği koşullardan (en azından kısmen) bağımsız olabilitesi ve kendini ortaya koymasıdır. Bu ne demek? İçine doğduğu ortam avantajlı olabilir, zengindir buna rağmen paranın bi fifime yaramadığını/yaramayabildiğini görmüştür. Enteldir danteldir krem dö la kremdir hıdır bıdır. Ama “Ohuş rahatmış be! Para yoksa kültürel kapital var evelallah” deyip de burnunun ucundaki minimal “devrim”i yapamıyordur. Hala karşı dururmuşçasına takılıp, aynı etiketlere tamah edip de sırf karşı tarafta olmanın koformizmine yaslanmıyordur bence insan evladı değidimiz kımıl zararlısı.

10 dekka ara mı versek?

“Yiğenim otur bi soluklan bi çay iç” diyorsunuz çok haklı olarak. Amma ve lakin siz kendini “ateşe atarken” (şiirselim özünde) karşınızdakinin koltuğunda yarım metrelik popo göçüğü görmeniz mideniz için sakıncalı olabiliyor. Bu zındık, onca yıldır doğduğu kolutukta oturmaktadır ki dötü yerle temas etmeden o konformizmi terketmez. Benim gibi “kategorizasyon mağdurları”ndan (böyle bir dernek mi kursam ne?) bir arkadaşımla bu meseleyi konuşuyordum. Yine bir iddiam var ki bazı insanların sizi “istisna” olarak nitelendirmesinde “özel” bir sebep var. Bu insanlar sizin üzerinizden kendini tanımlar. Siz ne olması gerekiyorsanız o olmasınız ki karşınızdaki o olmayan/siz olmayan olabilsin. Yanisi yine değilleme metodu ile iş başına geçilmiştir. Sizin istisna olmanız o insan için pratik olarak mümkündür ama teorik olarak asla. Niye ki? Çünkü böyle bir insanı sizinle arkadaşlık ettiği süre içinde içerden kemiren şey şu olacaktır: “Bu insan ‘istisna’ise nice koç yiğitler de aslında istisna olabilir. O zaman ben kime karşıyım? Yanlış mı hatırlıyorum Muhabbet Sokağı numara 90. Boşuna mı gidecek bunca çaba? İçim ürperiyor. Ya evde yoksan” Hah işte “kimsenin evde olmadığı” boş binaya çemkiren bu zevat içerde insan var sanırken (üstelik de hiç yoklamamışken) terk-i diyar eylemek durumundadır. O zaman seçim yapmalı: Ya koltuk göçertmeye devam ya da bay baay biricik “sağlı-sollu duyular”ım.

Burada bir de emekleme aşamasında bir iddiam var ki “durumlar gerçek olarak nitelendirilirse sonuçları itibarıyla gerçek olurlar” (yok la ben böyle bir laf edemem- bu Thomas Theorem’di) Misal “bir insana 40 kere deli dersen deli olur” gibin. Belli sıfatların yapıştırıldığı insanlar kendilerini gerçekten “o şey” sanır; daha acısı o şey olabilir hatta. Burada (kısmen) adil ve mühim olan şey şudur ki bu durum hem niteleyen hem de nitelenen için geçerlidir. Sizin (ardınızdaki ideolojik cemaatinizle) x sıfatını yüklediğiniz kişi x değildir anlamına gelmez… Yanisi “nesnesini” kurucu özne, (“istisna belirtgeç dönengeci” kafalı zevat) hala 1-0 yeniktir, borçludur. Bir reklam vardı ekranda önce bir kişi görünüyorkan kamera yaklaştıkla incecik bir sıranın en önündeki insanı gördüğünüzü anlardınız. Esasen siz “aç kapıyı bezirgân başı” derken arkanızda bir yığın insan getirmişsinizdir. “Bah hele bunnar da istisnayız diyor” dersiniz. Ama uyarıyorum bakın; basamakta durmayın “otomatik kapı” çarpar. Acıdır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder