1 Ocak 2009 Perşembe

GünlükHayat üç yaşında!


Üçü doldurduk dörde girdik - Duygu Kocabaylıoğlu

İlk iki kutlamayı kaçırmış olsam da, en nihayet üçüncü yaşa kadeh kaldırabildiğim için kendi adıma mutluyum, memnunum, mes-udum.

Gelelim akılda kalanlara:

Kino aslında bize bir "bahçe" olduğunu hatırlattı ve klima teknisyeni gelinceye kadar orta halli üşüdük. Ama muhabbete kaptırınca unuttuk.

Hatta ben zamanın nasıl akıp gittiğini anlamadım bile.

Tuğba, dışarıda Mustafa'ya yavşayan kediye acıyıp, onu içeri almak istedi. Hatta çok istedi, ama halka inemedi bi türlü:)

Geceye erken başlayan Kerem, saat 1 sularında kokoreççide anlattığım hiç bi'şeyi ertesi gün hatırlamayacağını söyledi. Hatta beni bile hatırlayacağından şüpheliyim :-p

Mithat gecenin ağır abisi modundaydı. Geç geldi, aç geldi. Sustu sustu, en bomba yerde konuştu.

Ve gecenin ev sahibi Mustafa! Bi bizi disco'ya götürmediği kaldı :-p

Sağ olun, var olun. İyi ki yazmışım, gelmişim, görmüşüm dediğimsiniz :))

4. yılımızda görüşmek üzere...


Şiire gazele, böyle bir siteye eşkini tezele! – Tuğba Maran

Efeniim "yeter ki gel banaağ senede bir gün" hissiyatındaki kucaklaşmalarımızdan bir tanesi daha vuku buldu. Ne değişmiş? Hiçbir şey. Okuldan çıkıp buluştuğumuz mekâna azıcık sinirnen gittim. Diyecaksın ki niye? İşte eyle. Şaka şakağ! Sevmem öyle avans verip yan çizmeyi. Bi arkadaşa sonunda nuuaah çekip gittim, azıcık asabat hâsıl olmuştu bena. Neyse bu sefer daha az gürültülü ama daha soğukcana bir yerde buluşup göbek hoplata hoplata güldük.

Mustafa elitist komanist, Kerem anti-Foucault'cu ve de homo ve kel-fobik, Mithat cyborg (üşümüyor yemin ederim; kazakla gelmiş insafsız), Duygu...Duyguuu valla hiçbi kabayati yok allah için. Benim de tabii. (tabii:) Zamanın nasıl geçtiği cidden izafiyet teorisini bir kez daha anlamamıza vesile olurken (en azından bizim öyle zannettiğimiz izafiyet teorisini. "Ona öyle demezler" diyen buyursun anlatsın; el öpek dua edek.) Aaa kediiiyi unutuyordum. Günün kahramanı kediydi aslında. Çünkü kendini Madonna zanneden bir kedi gördük. Şeffaf örtüye dayanarak (mekân o şeklide cabrio mekândan, tenteli mekâna devşirilmişti) kendini "elletme" (uğğş) fantezisine uyduk sevelim dedik. Sonra garsoncu, kediyi bu "örtülü seksomani"den kurtarmak için kafasından çekmek suretiyle zalimce içeri aldı. Kerem buradan kıssadan hisse eylerek "benim "halkı" kendi yanıma çekme amacını güderken "halkın" hiç de öyle bir niyeti olmadığını söyleyerek" ince ince Yasemince yaptı. Çünkü kedi içeri girer girmez bizden kaçım kaçım kaçtı. Şu tırnak içindeki "halk" şahidimdir ve de Fukocu cevabımdır ki: Halk diye bi şey yok; tevatürdür loo!

Ama gece boyunca kâh "halk" oluyor kâh "paşa kızı" oluyordum. Neden? Çünkü geçen buluşmada olduğu gibi Kerem'i tekmikleyip durdum masa altından. Artık özür kâr etmez oldu o derece. Ama Kerem previously içip geldiği için daha bir mutlu daha bir mutlu geldi gecemize. Elitist tavrına rağmen Mustafa ise "halk adamı" olmayı da çok iyi biliyor. Bizi sevindirik etti nice güzellikler anlattı. Musikişinas bir insan kendisi. Duygu ile "tez tez diye nicesinden oldum" isimli bir ağıt yaktık karşılıklı. Ayrıca nasıl yere kapaklanılır mevzuu üzerinden "yatay yürümek" diye tabir edilesi düşüşlerimizi paylaştık. Mithat "ne diyo bunnar be?" diye konuşmaya müdahil olup hızla sıyrıldı. Bir de süs biberlerini ve acılığı yüzünden ekmekleri paso "ye gız" diye ağzıma sokuştururmuşçasına yaptı. "Yandım allah yandırma beni" deyip 2 taneden fazlasını yimedüm a canlar. Bir dahaki sefer siz de gelsez ya? "Halka" açalım dedim de bak kimse geliyor mu? Gelmez. Okurlara açalım dersek herkes gelir ama. İşte çaktırmadan namevcut ya da "nabza göre şerbet" kategori olarak halkı örneknen taçlandırdım. La tezi bundan mı yazsam?

P.S: Konumu çalanı vururum!

İçine Nuray Mert kaçmış yazarınız Tuğba.


"Sen bir acayip şarapsın, daha içmeden kandım hey!"
– Mithat F. Sözmen


Zirveye varış yolunun çetinliği beni bekleyen gecenin güzelliği konusunda ipuçları veriyordu aslında…

Önce mesai saatimin uzamasıyla buluşmaya 1-2 saat geç kalacağım ortaya çıktı. Sanki bu, beklemekten ve bekletmekten nefret eden bendeniz için yeterince sinir bozucu değilmiş gibi bir de Fransız sineması tadında bir otobüs yolculuğu tecrübe etmek zorunda kaldım. Trafiğin dinamikliğinden(!) illallah edip bindiğim taksinin "hızlı yaşa genç öl" zihniyetli bir Michael Schumacher tarafından kullanıldığının ortaya çıkması artık benim için sürpriz değildi. Yol boyunca yaşanan ufak çaplı ölüm tehlikelerini tebessümle karşılamam da bu alışkanlığın sebebi olsa gerekti.

Neyse ki heyecanı seven bir delikanlıyım. "Bunlar eziyet değil emektir emek" diyerek edebimi korumayı başardım ve Asmalımescit'e 2 saat gecikmeyle de olsa varabildim.

Alaturka bir meyhane-fasıl adamıyım. Dolayısıyla buluşma öncesi sanal ortamda gerçekleşen "mekân savaşları" sebebiyle rakısız ve fasılsız kalacağımın da farkındaydım ama bira-pearl jam ikilisi de incesazları aratmadı açıkçası. İçki ve Muhabbet arasındaki diyaloga yormak gerek herhalde bunu. Ne demiş şair : "Sen bir acayip şarapsın, daha içmeden kandım Hey" Aynen o hesap! Yine de kim bilir içimde kopan hangi fırtına yüzünden havaya girmem kolay olmadı! Ta ki Tuğba'dan süs biber ve Ali Nazik bombaları gelene kadar... Kusura bakma Tuğba bunlardan bahsetmeden geceyi tam anlamıyla tasvir edemezdim!

Nihayetinde GH'ciler yine yeniden sıcak bir akşam geçirdiler. Elif ve Kuzey'i arayan gözler elbette ki mevcuttu. Kerem ellerimden patates yer, Tuğba kedilerle olan esrarengiz yakınlığımdan faydalanırken, öte yanda ben Duygu'yla tanışmanın keyfini sürüyor ve usta hatibimiz Mustafa'nın ağzından damlayan balları kovalıyordum. Gecenin bitiminde bağyanları evlerine götürecek araçlara bindirip tarihsel erkeklik görevimizi yerine getirirken herkesin aklında "ulan bu düdük Mithat nasıl üşümüyor" sorusu vardı belki ama benim yetersiz alkol sebebiyle durgunlaşan zihnimde sadece şu cümle devir daim ediyordu: "Mustafa'lara gitsek de bi cila çeksek."


Küçük bir not – Mustafa Kuleli

Yeeeah be kardeşim, ben daha ne yazayım. Ekip bitirmiş zaten olayı. Bunlar üzerine bir şeyler daha yazmak, sadece yer israfı. (Zor geldiğinden değil vallahi)

Hakkımda söylenenlere dair cevap hakkımı saklı tutuyor ve üçüncü yaş günümüzü tebrik ediyorum.

Daha nice seneler beraber olacağız.

Dolayısıyla fazla yüzgöz olmamakta yarar var.

Puhuhuhahaaa!

Son Not: Bu arada Kerem, “bir özel şirketteki” sömürülen beyaz yakalı pozisyonu nedeniyle yazacak vakit bulamadı zannımca, olsun bize onunla geçen yıllarımız yeter...



=Yorumlar=

Geç ve güç
Yazamadım; ama sebebi sadece iş değil. Masada oturan ahali ile beraber hakem Mithat’ın da gözlerinden kaçınarak atılan; bu sayede de sarı karttan kurtulan pek Foucault’cu şahsiyet Tuğba’nın masa altından attığı tekmelerin acısı geçene kadar beklemek zorundaydım. Tanışma şerefine, hele şükür, nail olduğumuz pek şirin ama sitemizde halen duran yazısında yazdığının aksine artık asgari ücretli bir işte çalışmayan Duygu’yu hatırlamaya çalışıyordum... En sonunda tüm hafta boyunca, bizzat kendim de karın belli belirsiz yağdığı İstanbul sokaklarında test ederek, buna rağmen Yaradan’ın hikmetinden sual olunmaz deyip peşini bıraktığım Mithat’ın o gecenin ayazında nasıl üşemediği muammasını çözmekle meşguldüm.

Her ne kadar son bir aydır tembellik etsem de, iyi ki Günlük Hayat’ta yazıyorum dediğim bir geceydi diyebilmek, sanırım kestirmeden tüm geceyi özetler. Söylenecek ne varsa herkes bir ucundan tutmuş. Biz biliyoruz ya birbirimizi; yorumları okuyanların yanlış anlamasına mahal vermemek adına birkaç noktaya açıklama getireyim.

İtiraf edeyim Tuğba’yı kızdırmak için açtım Foucault meselesini; kendisiyle tanışmam, ama ismi Fransızca geliyor; iyi biridir herhalde, bu arada Foucault kız ismi değil mi? Erkek olsa da fark etmez, homofobikliğin âlemi yok…

Duygu’yu hatırlıyorum, midyecide ne konuştuğumuzu da. Şeyden bahsediyorduk... Şeyden... Duygu’yu hatırlıyorum ama…

Mithat’la nasıl oluyor bu kadar susarak bu kadar iyi anlaşıyoruz. Masada herkesle öyle; Mithat konuşmadan iletişim kurmanın yolunu keşfetmiş. Bir de arkadaşlar atlamış, içeride dönenip duran kediyi yakalayıp Tuğba’ya getiren Mithat’tı. Sonra kedi kafasının geçtiği bir delikten çıkıp gitti.

Yeri gelmişken, gecenin kahramanı “kedi”den de bahsedelim. İtiraf edeyim onunla hala görüşüyoruz; kendisi hala toplum pedagojisinden nefret ediyor ve her davet edişimde inatla içeri girmiyor.

Mustafa’ya ne denir; iyi ki varsın, iyi ki sebep oldun tanışmamıza, yazmamıza, okunmamıza.

Bir daha toplandık; bir daha konuştuk sonuna kadar. Bir daha eğlendik. Bir kez daha anladım Günlük Hayat bu ekiple daha nice yılları devirecek; nice toplantılar tertipleyecek.
Kerem Özkurt eklemiş. 01 Ocak 2009 Saat 23:30

..
ketumlugum abartiliyor:)
mustafa yine kendi yazmayip bizleri somurmus. hain patron! yok yok seviyoruz onu
Mithat Sozmen eklemiş. 01 Ocak 2009 Saat 23:40

hain patron
Yahu dune kadar yilbasi programinin hazirligi vardi, dun de 6 saat yilbasi programi yaptik kanalda. Ben n'apayim arkadas! Ben insan degil miyim?
Mustafa Kuleli Hain Patron eklemiş. 01 Ocak 2009 Saat 23:43

hahaha
hahahaha kizdi
Mithat Sozmen eklemiş. 01 Ocak 2009 Saat 23:45

hakem
MUSTAFA SEN BIZIM HERSEYIMIZSIN!
Kerem bana hakem demis biktim bu spor referanslarindan :) siteyi takip eden kizlar beni ketum bir fotospor yazari zannediyor. ofpof bittim!
Mithat Sozmen Fotospor yazari eklemiş. 02 Ocak 2009 Saat 00:31

Degil misin?
:))
Mustafa Kuleli eklemiş. 03 Ocak 2009 Saat 14:55



Çeki-Yorum #5
Beyoğlu / İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder