11 Nisan 2009 Cumartesi

Attila İlhan ve Ahmet Kaya: "Namlı masal sevdalıları"


Mithat Fabian Sözmen

Ahmet Kaya diskografisi üzerine kapsamlı bir çalışma yapma fikri her zaman aklımın unutkan ve çekingen köşelerinde saklanır durur. Ahmet Kaya müziği deyince uzun soluklu, inişli çıkışlı, tatlı sert ama illaki muhalif bir kariyeri ve yüzlerce eseri mevzubahis ettiğimizden, işimiz eğlenceli ama bir o kadar da çetrefil. Kaya'nın Türk şiirinin kalburüstü isimlerinin yansımalarını taşıyan 200'ü aşkın eserinde amiyane tabirle boş şarkı bulmak güç iştir. Kimler yok ki; Hasan Hüseyin Korkmazgil, Nâzım Hikmet, Ahmed Arif, Ülkü Tamer, Nevzat Çelik, Nihat Behram, Ataol Behramoğlu, Orhan Veli, Ali Çınar, Yusuf Hayaloğlu, Orhan Kotan, Yılmaz Odabaşı, Enver Gökçe hatta Mehmed Akif Ersoy. Fakat ben ilk olarak Attila İlhan'ın Ahmet Kaya müziğine olan etkisini incelemek hevesindeyim.

Attila İlhan ve eserleri benim için Türk edebiyatının film noir'ı gibidir. Onun her yapıtından buram buram 1950'ler, İstanbul, "femme fatale" kokuları yayılır. Müthiş bir imge üstadı ve kalemşör olmasının yanında sinematografik de bir dili vardır. Özellikle romanlarında kalemini bir kamera, hatta bir aksiyon kamerası gibi kullanmayı çok iyi becerir. Her dizesinde Paris sokaklarında fink atan Mehmed-Ali'yi, Troçkist Hernandez'i, Fatih'ten Unkapanı'na koşuşturan gazeteci Mehmed Ersoy'u hissederim ve tabii İstanbul'u da. Binbir dili konuşur: argosundan, devrimcisine, fahişesinden, burjuvasına... Bukalemun gibi bir üsluba sahiptir. Ve bu çok yönlü üslup Ahmet Kaya şarkılarına da yansımıştır.

İlhan'la Kaya'nın ilk buluşması An Gelir albümünde olur.(ki 86 tarihli albüm Kaya'nın 4.albümüdür) An Gelir, Lili Marlen Türküsü, Sen İnsansın, Haçan Ölesim Gelir, Tut ki Gecedir, Acı Ninni, Hiçbir Şeyimsin, Rinna Rinna Nay, Böyle Bir Sevmek, Cinayet Saati ve elbette ki Mahur bir çırpıda aklıma gelen eserleridir ikilinin.

İlhan ve Kaya çok farklı hatta zıt sınıflardan, köşelerden gelen iki isim. Bu sebepten de sanatsal birliktelikleri çok önemli. Acı Ninni, Tut ki Gecedir, Cinayet Saati gibi şarkılarda İlhan'ın o "film noir" tarzını ve İstanbullu dilini birebir hissetmek mümkün. "İstanbul uyusun / Fatih uyusun / Karagümrük uyusun / Atatürk Bulvarı'nda rüyalar büyüsün" derken Ahmet Kaya, ben onun dibine kadar Kürtçe Türkçesi'nden bir İstanbul hikâyesi tadı alabiliyorsam elimde bir elmas var demektir. Bu hem şairin, hem de müzisyenin gücünü betimlemesi açısından önemli. Bana göre sanatçı eserlerinde yorumunu konuşturabilmelidir elbette ama bir şiiri besteler ve icra ederken ona kendinizden bir şeyler katıp özünü de tam manasıyla koruyabiliyorsanız size "dahi müzisyen" demek çok da abartılı olmaz. Hele ki İlhan-Kaya örneğinde olduğu gibi farklı sınıflardan yahut etnik kökenlerden geliyorsanız.

Kuşkusuz bu uyuşmanın bir de ortak paydası var o da sosyalizm ve toplumcu sanat anlayışı. Attila İlhan -ki en solcu dönemlerinde bile Mustafa Kemal'e olan hayranlığını gizleyememiştir- siyasi görüşü sallantılı da olsa toplumcu sanat anlayışına olan meyilini hiç kaybetmemiştir. En sembolik çalışmalarında bile bunu ön planda tutar. (Mesela "5 dakika bekle git") Keza Kaya da su katılmamış bir komünist değildir. Onun da hayatına paranın girişiyle birlikte değişimler gösterebildiğini görmüşüzdür ama o da iflah olmaz bir muhaliftir ve şarkılarında hep bunu yansıtmıştır.

Ne olursa olsun "Marş söylemeden ölmek bize yakışmaz" (Lili Marlen Türküsü) diyen 2 kişi var karşımızda. Lumpen veya muğlâk olabilir ama verimli olduğu da kesin. "Ne kadınlar sevdim zaten yoktular" ve "Sen benim hiçbir şeyimsin" derken aşkını haykırarak, doyasıya yaşayamayan, birbirinden habersiz bir çoğunluğun sessiz çığlığını dile getirmişlerdir. Bu noktada da ikilinin romantik yanlarına pay çıkarmak lazım ki Attila İlhan'da en sevdiğim yan budur. Bir sanatçı aynı anda hem toplumcu hem de romantik olamaz diye bir kaide yoktur, olmamalıdır. Bu yüzden İlhan'ı kendime yakın bulur ve önemserim.

"Azıcık okşasam sanki çocuktular / Bıraksam korkudan gözleri sislenir / Ne kadınlar sevdim zaten yoktular / Böyle bir sevmek görülmemiştir" Şarkıyı bilenler Kaya'nın neşeli bestesini hemen mırıldanmaya başlayacaktır. Hüzünlü bir hikâyedir aslında "Böyle Bir Sevmek" ama aynı zamanda da rahattır, kendiyle eğlenir. Düşünürsünüz bu sözlere daha iyi bir beste yapılabilir miydi? Cevabı hiç bilemezsiniz belki ama "yapılamazdı be", dersiniz "yapılamazdı!"

Lili Marlen'de, Grev'de, Rinna Rinna Nay'da devrimcilerin ve işçilerin onurlu öfkesini hissedersiniz. "Oy Bilesin ki ben ha / Taş döven demir döven / Oy Bilesin ki ben ha / Toz toprak içinde şanlı / Erken yükseldi feryadım / Grev hakkımı isterim" derken bir taş işçisi bağırır sanki Gesi'den, Cihanbeyli'den. Rinna Rinnan Nay'da ise Egeli, Akdenizli pamuk işçilerini duyarsınız; Gediz'den, Çukurova'dan. "Biz dünyalılar yemin ettik imanımız var / Hürriyet için hürriyet aşkına" dizelerinde ise sosyalizmin evrensel ülküsünü hatırlatır ikili bize; Zagreb'i, Havana'yı.

Ve son olarak "O, mahur beste çalar / Müjganla ben ağlaşırdık" mısraları çalınır kulaklarımıza. Burada da kuşkusuz devrimci hassasiyetlerinin benzeşmesi vardır. "Mahur" Deniz Gezmiş'lerin idamının üzerine yazılmış bir şiirdir. "Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı / Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı / Hoyrattı gülüşleri / Aydınlığı çalkalardı"

"Öylelerdi be” dersiniz, "öylelerdi", "namlı masal sevdalıları."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder