25 Mart 2009 Çarşamba

'Önce kelâm vardı...'


Elif İnal

Seçime bir kaç gün kala ne zaman toplu taşıma araçlarına binsem malum konular konuşuluyor. Herkes nefretini kustukça birbirine, insanlar karşılıklı 'tağğbi canım' diye birbirini pışpışlıyor. Yine böyle sıkıntılı bir iş sabahında biri yaşlıca 'görmüş geçirmiş', diğeri genç ve tutkulu konuşan iki adamın konuşmasını dinledim yine bir köşeden. Genç olan bütün sosyal devlet tartışmalarını bir cümlede yıkıyormuş gibi, 'Adam 450 TL işsizlik maaşı alırsa tabii çalışmaz, zaten maaşı 600 tl' dedi. Yaşlı olandan da pışpışı hemen geldi, 'Tağğbi canıım, kahvede oturur bütün gün'. Bu lafın üzerine derin bir iç çektim ve gülümsemekle yetindim… Sonra beni can evimden vuran bir konuya giriştiler ki herkes işine dağılıyor olmasaydı tırnaklarımı kemirmeye başlayacaktım. Konu özgürlüktü (ya da hürriyet diyelim manidar olsun yazının geri kalanına istinaden). Neymiş efendim, yaşlı amcamız deneyimlerine dayanarak söylüyor, adamların (artık hangi 'potansiyel suçlu'dan bahsediyorsa) hapishanedeki halleri dışarıdakinden çok daha iyiymiş, bütün gün yan gelip yatıyorlarmış, bir de üstüne yiyip içiyorlarmış, eh sadece dışarı çıkamıyorlarmış. Burundan nefes vererek, ağzı bir yana kaydıran gülümseler de yapıldı ve konuşma bitti. Hadi işkenceyi, kötü muameleyi, aşağılamaları geçtik diyelim, insanın özgür olamaması bu kadar basit nasıl algılanır?

Özgürlük bu kadar hafife alındığı için bir şeylerin yasaklanması da kimseye o kadar ters gelmiyor galiba. Yıllarca yasaklanmış bir dil olan Kürtçe’yi de insanlar sokakta hala kısık sesle konuşuyorsa yasakların kalkması yeterli değil demek. Değil tabii de, belki de bu kadar aceleci davranmamak lazım; daha Ajda 'Keçe Kurdan'ı yeni söylemiş, 'Güneşi gördüm'ü izleyenler yeni yeni ağlamaya başlamış, mış mış... Benim asıl derdim dille alakalı. Diyelim ki Kürtçeyle ilgili her şey normalleşti, ondan sonra dile bakışımız değişecek mi? Geçen gün kendimi şöyle bir cümle kurarken yakaladım: 'Sanki Kürtçe'yi çok dikkatli dinlersem anlayacakmışım gibi hissediyorum'. Sonra durdum, düşündüm 'neden başka bir dil değil de Kürtçe için bunu söylüyorum' diye. İşin kötüsü, bu lafı ettiğimde Kürtçe'ye karşı bir yakınlığım, herhangi bir bilgim ya da kulak dolgunluğum da yoktu.'Türkçe'den çalmış adamlar' diyenlerden daha iyi durumdayız tabii ama yine de bildiklerim; dilimdeki, sözümdeki yargıları atmaya yarayamamış. 'O biraz zor' diyebilirisiniz. Türkçe'nin pek çok şeyi yasaklama, reddetme üzerine yaratıldığını düşünürsek doğru tabii.

'Kürtçe zaten 300 kelimelik bir dil değil mi?' ya da 'Arapça, Farsça ve Türkçe'nin karışımı, karma bir dildir' diyenlere hayret ederdim nasıl böyle bir şey diyebiliyorlar, ya da bunlara nasıl inanıyorlar diye. Dünya üzerinde herhangi bir dil var mı ki 'bizim dilimiz başka dillerin karışımı, kardık bir kaçını kullanıyoruz' diyen? Fakat şimdi anlıyorum nasıl inanıldığını. Dilin içindeki zenginliği görmek kolay birşey değil, hele sizin diliniz bütün tarihinden, zenginliğinden koparılmışsa… Bir kelimenin, içinde birçok anlam taşıyor olmasının zenginliği çok kolayca kısırlık olarak görülebilir. Biz Türkçe olmayan kelimeyi anlayabilmek için bir büyük, üstüne bir de küçük ünlü uyumları uygulayaduralım; Süphan Dağı'nın hiçbir anlam ifade etmeyen, içi boş tınısına karşı “Sîpanê Xêlatê” bütün bir sözlü geleneğiyle, 'kelama ses veren dengbejler'in anlatımıyla insanlara aynı anda birçok anlamı, duyguyu ifade etmeye devam ediyor. (Tabii ki son cümle Mehmed Uzun'dan etkilenerek yazılmıştır)

Bir şeyler değişiyor tabii, hiçbir yasak on yıl önce olduğu gibi kalamıyor, konuşulması hiç akla gelmeyen şeyler tartışılıyor. Mesela yarınki toplu taşıma maceramda da 'Cumhurbaşkanı'nın Kürdistan lafını kullanması' başlıklı birkaç tartışmaya tanık olmayı planlıyorum. Bu değişime de olumlu bakıyorum ama ‘dilin kendi içine gömülmüş inkâr’dan kurtulmanın yolu yok mudur diye de merak etmeye devam ediyorum…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder