19 Aralık 2005 Pazartesi

'Sözde çocuklar'ını yiyen ülkenin erguvan kapısı


Mustafa Kuleli

Oya Baydar’ın 2000 yılında yayımlanan “Sıcak Külleri Kaldı” adlı romanı, hatırlayacağınız üzere büyük beğeni toplamıştı. Yazar’ın geçtiğimiz yıl yayımlanan, “Erguvan Kapısı” romanı da, aynı bir önceki gibi, hem kıdemli Oya Baydar okurlarına, hem de yeni okurlara eşsiz tatlar verebilecek, “gerçek” bir roman. Kimlik arayışı içindeki insanları, 'öteki'ne duyulan merakı, siyasi tercihlerin ve farkların hayatlara yansımasını işleyen bu eser, bir yanıyla da şehitliği, kurbanlığı, iktidarı ve feda kültürünü sorguluyor.

Birbirine uzak dört karakterin ağzından anlatılan roman, “Erguvanlar”, “Ölü çocuklar”, “İnançlar ve Kurbanlar” ve “Yersizyurtsuzluk” adlarındaki dört ana bölümden oluşuyor.

Yapıta yön veren dört karakterden ikisini “Sıcak Külleri Kaldı” romanından tanıyoruz. Yorgun ve umutsuz Ülkü, oğlu yargısız infazla öldürülmüş bir “eski solcu”. Baydar, kendisinden izler taşıdığını söylediği Ülkü karakteri ile zaman zaman politik mesajlar da veriyor. Derin devlet ile fazla derin ilişkilere girdiği için öldürülen -ve Ülkü tarafından tutkuyla sevilen- diplomat Arın Murat’ın kızı Derin ise, babasının gizli ölümünün sırlarını bulmak için Ülkü’nün oğlu Umut’un hikayesinin peşine düşmüş. Yeni karakterlerden Bizantolog Teo, otuz yıldır ABD’de yaşayan İstanbullu bir Rum. O da bir Bizans el yazmasında adı geçen kayıp bir kapının, erguvan kapısının peşine düşerek İstanbul'a gelmiş. Kitaptaki en yapay karakter olan Kerem Ali ise, kendisini “varoşların devrimci prensi” olarak gören bir “militan”. Umut’la aynı evde öldürülen ağabeyinden etkilenerek “devrimci olan” Kerem Ali, “legalde çalışan” bir “parti militanı”. Hikayeleri kesişen bu dört karakterin kimlik arayışları ve hissettikleri; bir yerlere, bir şeylere ait olma-olamama duygusu, romanın ana eksenini oluşturuyor. “Feda eylemi” yaparak kendini ölüme yatıran Güldalı ve hain sanılıp öldürülen devrimci militan Özgür'ün babası Atilla da oldukça etkili yan karakterler.

Okura farklı açılımlar sağlayan çok boyutlu yapısı, sağlam ve matematiksel kurgusu ve özenli anlatımı ile dikkat çeken Erguvan Kapısı, yakın tarih fonunda, derin devleti, siyaseti, felsefeyi, aşkı ve ötekilik kavramlarını ustalıkla buluştururken bir yandan da okuru, “öteki İstanbul”un gerçekliğiyle karşı karşıya getiriyor. Dinsel metinler, İstanbul’a dair efsaneler, siyasal farklılıklar, şehrin dünü ve bugünü arasındaki değişimler; karakterlerin kişisel travmalarıyla bütünleşiyor. İnanç, onun bir gereği ya da karşıtı olarak doğan kimlik ve ötekilik, karakterler üzerinden enine boyuna irdeleniyor.

Ölüm oruçlarını örgütlemiş, F tipi cezaevi ve tecrit uygulamalarına karşı eylemlerini sürdüren siyasi gruplar ise romanı sert bir şekilde eleştiriyor. Erguvan Kapısı’nda; bir dava, bir ideal, bir ütopya için ölümü göze almanın kötü bir şeymiş gibi gösterildiğini, “örgüt”ün insanları ölüme gönderen bir makine gibi anlatıldığını, umutsuzluk ve inançsızlık propagandası yapıldığını ve gerçeklerin çarpıtıldığını belirten gruplar yayınlarında nezaket sınırlarını aşan değerlendirmelere yer veriyorlar. Bir röportajında, bu eleştiriler sorulduğunda, “Bunları yazanlar, bu ilkel tepkileri verenler, kendilerini feda eden o inançlı, o güzelim insanlar değil, onları bu eylemlere iten, o çocukların iradelerini teslim alan ve kendi iktidarlarını onların ölümü üzerine kuran şeflerle, borazanları. Beni ilgilendirmiyorlar.” diyen Baydar; ölüm oruçlarının, toplumca duyarsız kaldığımız, gözümüzü kulağımızı kapadığımız, çok yakıcı bir konu olduğunu ve anlatmak istediği “inanç, iman, aidiyet üzerinden kimlik arayışı” konusuna çok uygun olduğunu belirtiyor.

Can Yayınları tarafından yayımlanan ve on baskı yapan Erguvan Kapısı’nın, Cevdet Kudret Ödülü’ne layık görüldüğünü de hatırlatalım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder