6 Ekim 2009 Salı

Bize ayrılan süre bu kadarmış

Elif İnal

Bir süredir ne gazete ne de haber takip ediyordum. Unutmuşum ne kadar iç karartıcı, iki yüzlü, adi olduklarını. Aynı duyguyu, sahte gülümsemelerinin altındaki iki yüzlülüğü gittiğim görüşmelerde (araştırma için gidiyordum patronlar, holding müdürleri vs. ile konuşuyordum) de hissettim. 'Hoşgeldiniz, buyrun' derler, çay ikram ederler, güleryüz gösterirler ama en ufak detayda anlarsın seninle nasıl aşağılayarak konuştuklarını. Neyse ben kişisel sinirimi şimdilik katmayayım da bu gece uzun bir aradan sonra beni dellendirip yazı yazmaya sevk eden güzelim televizyon programlarına döneyim. Haberler zaten artık klasik oldu, gülüp geçiyoruz, çok bir şey dememe gerek yok herhalde 'İşte o genç!' başlıklı haberlere. Mehmet Ali Birand'ın sesinden dinledim uzun bir süre 'Neye tepkili oldukları bile meçhul gençler, taksimde esnafa saldırdı' haberlerini. Bu, şöyle bir sarstı, kendime getirdi beni. Sonra Ahmet Hakan çıktı, tartışmalar Atv Kanalı'na gelince, Ahmet Hakan'ın gözler fıldır fıldır olmaya, tedirginlik her yerinden akmaya başladı ve ilan etti: 'Program bitti!', zoraki bir gülümsemeyle de 'Buralara girmeyelim, evet' dedi. Neyse bu kısımlar medya içi dönen tartışmalar, ben istesem de giremiyorum oralara. Daha sonra Ruşen Çakır'a geçtim. Nuray Mert vardı, nedense hiç şaşırmadım. Eskiden başörtüsü konularında bir sürü erkek arasında olurdu, şimdi de Kürtlerle ilgili bir konu oldu mu aynı şekilde yerini alıyor. (Nuray Mert'in de ses tonu ve açıksözlülüğü pek bir hoşuma gidiyor da Marksist tartışmalara girmesin ne olur). Nuray Mert yine başladı herkese giydirmeye, 'DTP'nin PKK'yle bağlantısını dillendiremiyoruz çünkü harekete karşı çıkıyor gibi gözükmekten korkuyoruz' diyorken... 'Aa, program bitti!'.

Bunlar klasiktir aslında, çok şaşırdığım şeyler olmadı ama 5N1K'ya, ne yalan söyleyeyim, işkencede öldürülen Engin Çeber'in arkadaşının çıkarılmasına biraz şaşırdım. Onun oraya çıkarılması ve aslında gözaltının hukuki yönünün tamamen lafta olduğunu, polis aracından mahkeme kapısına kadar, her yerde işkence gördüklerini anlatması bana garip geldi. Nitekim daha sonra Cüneyt Özdemir'den müdahaleler gelmeye başladı. O kadının oraya çıkartılması iyi bir televizyonculuk örneği midir, ya da 'Her şeyin özgürce konuşulduğuna' mı delalat eder? Eğer öyleyse neden Cüneyt Özdemir'in her müdahalesinde 'Tamam, konuş ama çok ileri gitme' dercesine, 'Mahkeme sınırları içerisinde konuşalım' diyerek sözü hep 'sahanın içine' çekmeye çalıştığı hissi oluşuyordu? Zaten Cüneyt Özdemir 'En güvenli yer olan cezaevi' lafını söyeldikten sonra 'Program birazdan biter herhalde' dedim ve bitti.

Özgürlükse özgürlük ama her şey bir yere kadar değil mi? Bundan bir süre önce, Kürtçe üzerine en saçma sapan şeylerin yazıldığı sıralarda, Yılmaz Özdil'in bir türlü neden Kürtçe'ye çevirecek çevirmen bulamadığına anlam veremediği (bal gibi biliyordur ya neyse) yazısını yazdığı zamanlarda Enis Berberoğlu'nun Hürriyet'te yazısını okumuştum. Cümle aynen şöyleydi: 'Önemli olan hangi dilde verildiği değil, o dilde ne anlatıldığı?'. Yani diyor ki eğitim Kürtçe de olsa, müfredattır aslolan. Haydi bakalım buyrun. 'Kavga etmeyin canım, RTÜK ne güne duruyor, yasaklar ayrılıkçı yayınları' derken, çözüm önerdiğini sanarken aslında sorunun temelini de göstermiş oluyor. Kürtlere, kendi dilleriyle, kendi dillerini konuşan öğretmenleriyle 'Türklerin Tarihi'nin anlatıldığı bir tarih dersinin verilmesi nasıl bir tezattır? Kürt kelimesinin sadece 'Zararlı Cemiyetler' başlığı altında geçtiği bir müfredat Kürtçe'de verilince sorun çözülmüş mü oluyor? Bunun en güzel örneği -daha açık bir sembolizm olabilir miydi?- Diyarbakır Cezaevi'nin yerine okul yapılmasının teklif edilmesidir bence. Kısaca, 'Tamam kötü bir şeyler oldu ama gelin unutalım, yerine resmi tarihimizi koyalım'.

Her şeyin özgürce tartışıldığı ya da tartışılabileceği gerçekten inanılarak mı söyleniyor? Savunduğum şey ne olursa olsun fiiliyata geçirilmesi suç ise, onu 'özgürce' tartışabilmem olanaklı geliyor mu? Açıkçası... 'Aa, program bitti!'

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder