27 Mart 2007 Salı

Mavileşen yakalar-3: Yanılsama


kerem özkurt

Her üniversitede bahar şenliklerinden az bir zaman evvel kariyer günleri yapılır. Çeşitli şirketlerin çalışanları hem şirketi tanıtmak, hem öğrencileri heveslendirmek hem de kendine eleman seçmek amacıyla kısa sunumlar yaparlar. Genellikle o üniversiteden mezun olmuş biri sahneye çıkıp, kendisinin hangi evrelerden geçerek, kendini nasıl geliştirerek, hangi basamakları çıkarak, bulunduğu yere nasıl tırmandığını anlatır. Canlı bir başarı öyküsü. Öğrenciye şu mesaj verilir: Neden sıradaki sen olmayasın?

Özel sektörün en çekici yanlarından biri terfiiydi. Evet, ilk başta küçük bir görevle başlatıyordu çalışanını ama çok çalışılırsa, fark yaratabilirse yükselmek işten bile değildi. Böylece “yönetici asistanı” gibi isimde ağır görevde hafif unvanlarla ve cüzi ücretlerle işe girmekte bir sakınca görmüyorduk. Ama aylar geçtikçe, gittikçe belirginleşiyordu: bundan fazlasına ulaşamayacaktık. Daha doğrusu çıkabileceğimiz makamın düzeyi çoktan sınırlandırılmıştı.

İşe girerken “bu departmanda müdür yok gibidir, herkes eşittir, hiyerarşik bir yapılanmadan kaçınırız” vaadi hakikaten doğruydu; ancak bize söylenmeyen bu yatay yapılanmanın kendini en belirgin şekilde terfii mekanizmasında gösterdiğiydi. Terfii, unvanda afili bir değişiklik (belki daha İngilizce bir unvan), ücrette ufak bir oynama, ama sonunda önceden yapılan işten pek farklı olmayan yeni bir görev getiriyordu. Hep aynı düzeyde duruyordu çalışan. Ne uzuyordu ne kısalıyordu. Bu basamakları çıkmaktan çok sahanlıkta ileri geri gitmek gibiydi. Sonunda küçümsediğimiz devletin o dereceli, kıdemli sistemindeki kadar bir ilerleme sağlanabiliyordu. O da devletteki gibi belli süreleri doldurunca otomatik olarak değil, ancak yoğun bir çaba gösterilir ve pozisyon açılırsa…

Yine de içimizdeki ümidi sürdüren bir yanılsamayla avunuyorduk: Bizden çok daha düşük tahsilli ama yaşça ve deneyimce bizden üstün olan kişilerin başımızda bulunması. Departman şefleri, müdürleri, yöneticileri (özel sektör ne kadar çok isim bulabiliyor), bir gün onların bulunduğu konuma bizim de gelebileceğimizi müjdeliyor gibiydiler. Kendimizi kim yönlerden onlardan üstün buluyor, onların işe başladığı zamanki durumlarına kıyasla daha yetkin olduğumuzu görüyorduk. Onlar yapabildiyse biz de yapabilirdik. Canlı bir başarı öyküsü.

Oysa onların o makama ulaştıkları dünya bizimkinden çok farklıydı. Henüz yapılanan bir özel sektördü o; eleman diye her yere saldıran, psikoloji bölümü mezunu birini satış departmanına yerleştirebilecek kadar rahat davranan bir özel sektördü. Sorduğumuzda, onlar da işe en alt kademeden girmişlerdi, doğru ve bu bizde aynı yolları kat ederek aynı yerlere ulaşabileceğimiz yanılgısı yaratıyordu. Oysaki onların zamanında bu yol çok açıktı. Üniversite mezunun çok olmadığı bir zamanda iş bilen kişi, ne olduğuna bakmaksızın yükselebiliyordu. Fikri olan garsonların reklâmdaki gibi yeteneklerini kanıtladıklarında masaya oturtulduğu zamanlardı. Şimdiyse özel sektör herkesi aldığı pozisyonda tutmaktan yana. İşler böyle de gayet iyi işliyor özel sektör için. Nasılsa bir ordu kadar işçi var rezervde.

İşin en hazin yanı, yükselmenin maddi dayanaklarının yok olduğu bir ortamda yükselme hayalinin hala devam etmeseydi. Biz o hayalin peşinden koştuk; bizden sonra da kim bilir kaç nesil aynı hayalin peşinden koşacak.

Olabilirliği çoktan silinmiş ama albenisi her gün tazelenen bir hayalin…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder