18 Ocak 2006 Çarşamba

Kendi kendime...

Melike Geçgel

Garip bir hüzünle uzanmıştım yatağıma, uyumak maksadıyla. Yüreğim sıkışıyor gibi, ağlamak belki rahatlatacaktı; ama, ağlamaya bile gücüm yok. Sevdiğim insan yanımda uyuyordu, inanamadım, daha iki saniye önce bana " tatlı rüyalar" dileyen insan, uykusunun en tatlı yerindeymişcesine tatlı tatlı mırıldanıyordu. Belki beni görüyordur rüyasında ve mırıldanmaları da bu yüzden bu kadar şiirimsidir düşünceleriyle kapadım gözlerimi. "Ne kadar garip, sanki İzmir’deyim. Önümde içkilerimin en tatlı mezesi olan Kordon. Deniz kokusu ve biraz da rüzgar; ama, aynı İzmirimin rüzgarı, insanın içine işleyen, yüreğini titreten." Çok huzursuz gittim yatağa, sevdiğimi bekledim, başımı göğsüne yaslayıp huzursuzluğumu giderebilmek adına. Başım göğsünde batsın istedim, kaybolan başımla beraber beynimdeki inanılmaz sinir bozucu ve huzur kaçırıcı sesler de gömülsün istedim onun yüreğine. Belki de bende bulamadıkları huzuru, onun yüreğinde bulup bir daha geri gelmeyeceklerdi. Gözkapaklarım benimle aynı sorunu yaşamıyor olmalı ki beynimin inadına o kapatıyor kendini. "Üşümeye başlıyorum, keşke bi paltom olsaydı. Sarınsaydım ona ve doya doya çekebilseydim içime İzmir'i. Aşkımın şehri, sevdamın şiirleri, dostum, yalnızlığım, özlemişim seni. Haykırıyorum sadece kendi duyabileceğim bir tonda. Sadece ben duymalıyım, sırrımı bilmemeli kimseler, açıklamaya hazır değilim. Korkuyorum belki de, kaybetmekten sonsuza dek. Bir daha görememekten, çekememekten içime. Korkuyorum. Aniden dostlarımı görüyorum, daha uzaktalar. Ama tanıdım onları, en sevdiklerim, en benim olanları tanıyor gözlerim. Ve takibe başlıyorum onları. Üzülüyorum belki de beni tanımamalarına." Kendimle savaşıyorum, ben uyumak istemiyorum, kendim uyuyor bile. Hep kendim kazanıyor, sıklıdım onun galbiyetleri karşısında ezilmekten. Yatak çok rahat değil, biraz batıyor. Oda da sigara dumanıyla kaplanmış, biraz kötü kokuyor. Bütün günlerin yorgunluğunu çıkarırcasına uyurken kendim, ben hala düşünüyorum. "Onlar gidiyor, ben yürüyorum. Karşıdan karşıya geçmek için yolun ortasına atıyorum kendimi ve yol veriyor insanlar, hiç alışkın olmadığım bir şekide ama tanıdık geliyor yine de. Seviniyorum, gülümsüyorum ve selamlıyorum başımı hafifçe eğerek arabadaki yaşlı amcayı. Birden farkına varıyorum, dostlar açmış arayı. Adımlarım hızlanıyor, gittikçe hızlanıyorum. Rüzgar da yardımcı oluyor sokaktaki yayalar ve yoldaki arabalar gibi. Yaklaşıyorum ve sesimi zorluyorum, bağırıyorum isimlerini tek tek. Tam tersi etkiyle ısıtıyor rüzgar bedenimi, ellerim biraz üşüyor ama umursamıyorum. Birden gözlerim gözlerine takılyor, bakıyoruz sadece. Birkaç adım daha ve yılların özlemini gidermek ve geride kalan yıllara, saçlarımızdaki beyazlıklara inat kucaklıyoruz birbirimizi. Büyüyoruz, kollar birbirine giriyor. Uğultular anlam kazanıyor, isimler dönüyor, sevinç naraları çınlatıyor İzmir'in aydınlık sokaklarını." Odanın içini güneş kaplamış, gözlerim acıyor aydınlıktan. Yarı dinlenmiş olsam da huzur dolmuşum, İzmir rüyamdaydı. Özlediğim sokaklar vardı karşımda. Sonsuzluk uzanmıştı ayaklarımın altında, deniz parlıyordu güneşi kıskandırırcasına. Mutluyum, yanımda sevgilim aralamış gözlerini ve öpüyor yanaklarımdan. Anlıyorum,aynı özlemle uyanmıştık Ankara'nın güneşli ama buz gibi sabahına. Gecenin saliselik sıcaklığı ısıtıyordu içimizi. İzmir yakmıştı tenimizi ve öpüyorduk birbirimizi. " Özledim... diyebildim sadece, hem de çok."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder