24 Mayıs 2007 Perşembe

Bir hayat seç ve bunu içselleştir



Duygu Kocabaylıoğlu

"choose life. choose a job. choose a career.
choose a family. choose a fucking big television. choose washing machines...
choose fixed interest mortgage repayments. choose a starter home. choose your friends.
choose good health, low cholesterol, and dental insurance.

choose a future. choose life...”


dizelerinin koşuşturması ile başlar Trainspotting filmi. Uyuşturucudan başka hiç bir şeye, hiç bir yere ait olmadığını hisseden İrlandalı gencin ağzından dökülür son cümle: “İyi de bunu neden isteyeyim ki?”

Kimlik inşasının kaçınılmazlığını reddetmek özgürlük müdür, yoksa dibe çöküşe giden başka bir yol mu?

Edebiyatta bireyselleşme akımı ile giren ve yüz yıllardır popülerliğini kaybetmeyen bir temadır, insanın kendisine sunulanı ya da dayatılanı reddedip kendi yolunu çizebilme öyküsü. Avrupalı aristokrat genç kızlar babalarının uygun gördüğü erkekle evlenmeye karşı çıkar ve fakir de olsa burjuvanın oğluna kaçarlar; genç burjuva erkekler babalarının mesleğini sürdürmeye karşı çıkıp kendi idealleri peşinden giderler; Katolikliğin baskısındakiler Protestanlara kaçarlar... Daha yakın zamana gelirsek kapitalizmin tek tipleştirme çarkında boğulmayı reddeden karakterler, düzene kendi başlarına meydan okurlar... Velhasıl Avrupa edebiyat tarihi, kendine biçilen rollerden memnun olmayıp, sürekli bir kaçış halindeki kahramanlarla doludur. Kendine yeni bir kimlik seçmenin Don Kişot’tan daha güzel bir örneği olabilir mi?

Peki şimdi ne oluyor? Kendisine ikram edileni beğenmemeyi ayıp sayan kültürümüzde, globalleşmeden nasibimize düşen kimlikleri kendimize uydurup mutlu olma çabasına giriyoruz.
Bir üniversite seç; mümkünse “Top 10”dan olsun.
Öyle bir bölüm seç ki, son 20 yıl boyunca gözde mesleklerden biri olsun.
Ama köşeyi dönmenin yanısıra, işini de sev. Seviyormuş gibi yap.
Bir ev seç, ama içinde ankastre mutfak ve jakuzi olsun.
Sadece büyük ekran televizyon yetmez, yanında ev sinema sistemi ve multimedya kiti de seç.
Mesleğinde saygın bir eş seç. Mümkünse ona âşık ol. İmrenilecek bir çift ol.

Gözü doymaz insanoğlu, hala mutsuzsun değil mi? O zaman bir yoga kulübü seç. Haftasonu için bir SPA merkezi seç. Rahatlamayı seç.

Yani, toplumumuzdaki her bir sosyal olguda olduğu gibi, modern şehirli kimliğinin inşasında da yabancılaşma yaşıyoruz. Bu kredi kartının üstünde yazan isim benim ama bu iğrenç pembe gömleği neden aldım ki? Sevmeden seçip de, severmiş gibi yapmak hayat felsefesine dönüşüyor bir müddet sonra. Çünkü memnuniyetsizlikle şikâyet etmeniz ayıp. Size yabancı bir hayat inşaa ediyorsunuz ama ayıplandığınız konular aynı kalıyor.

Farkında olmadan bu kimlik inşasını içselleştirenlere de ayrı imreniyorum doğrusu. Onlar, iki yüz yıl önceki pozitivizmin en parlak zaferini temsil ediyorlar farkında olmadan. Zira yanıbaşlarındaki patolojik mutsuzlar, onlardan biri olmak istemeyen asiler elek altına düşüveriyor; sen sağ ben selamet, toplum huzurlu ve mutlu...

Bir hayat seç ve bunu içselleştir. Öyle içselleştir ki, senin seçimin olmadığını kendin de unut... Toplumları steril biçimde “gütmek” adına daha parlak bir siyaset stratejisi düşünemiyorum açıkçası.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder