1 Mayıs 2008 Perşembe

1 Mayıs hissi

Elif İnal

2008 1 Mayıs’ında sokakları görüp de hala, ‘Polis de işini yapıyor canım’ diyecek bir insana bunun böyle olmadığını nasıl anlatmalı bilemiyorum. Çünkü istediğimiz kadar görmemek için direnelim, kaçalım, başımızı kuma gömelim, polisin şiddeti öyle ya da böyle bizi bulmuştur. ‘The Dreamers’ filmini izleyenler hatırlayacaktır, filmin son sahnesinde göstericilerin eve attığı taşla kırılan camdan içeri gaz sızınca şu laf geçer: ‘Sokak odamıza girdi’. Aynen bu şekilde 1 Mayıs İstanbul’unda da, gaz bombasıyla, polis vahşetinin attırdığı çığlıklarla sokak ‘odalarımız’a girdi. Ben bir şey yapmadım, ‘sıradan vatandaş’ım, deseniz de en azından gaz bombasını solumak zorunda kalmışınızdır ya da polisin etrafta şehrin sahibiymişçesine yürümesine tanık olmuşunuzdur. TÜSİAD’dan gelen açıklamayı hatırlarsınız, ‘İşçiler 1 Mayıs’ı kutlasın ki motive olsunlar’ demişlerdi. Fakat bence daha çok ‘15-16 saat çalışan polislerin gücünü gösterip, daha da çok çalışmaya teşvik edildikleri bir ‘bayram’ oldu bu.

‘Sıradan vatandaş’ kılığına bürünüp Mecidiyeköy’de bir büfede yemek yerken kendimi içeriyi göstermeyen camın arkasından olayları izliyormuş gibi hissettim. Büfenin bir adım ilerisi ‘savaş alanı’yken, içerisi televizyonun karşısında oturmak kadar güvenli hissettiriyordu. Tabii geçen sene ‘güvenli’ alanında yemek yerken polisin tokat attığı Masis Kürkçügil’in dehşet dolu ifadesi de beynimize kazındığından ‘hiçbir yer güvenli değildir’in en üst düzeyde hissedildiği bir gündü yine 1 Mayıs.

Polis şiddetinin sınırı olmadığı gibi, etrafta bir de sivil polis kaynadığını bilerek, herkes, konuşmaları bile sessiz, ‘alttan alta’ yapıyordu. Sanki bütün solcular yeraltından 1 Mayıs’ta çıkıyormuş gibi herkes birbirinin ‘neci’ olduğunu çözmeye çalışıyordu. İki tarafta da (polis ve eylemciler), etraftaki insanların ‘sıradan vatandaş' kılığına bürünmüş sivil polis ya da eylemci olup olmadığını anlama paranoyası vardı. Büfede otururken,1989’da 18 yaşındaki işçiyi vuran polisin DEV-SOL tarafından öldürülmesini anlatmam, hemen yan masanın ‘onlardan’ olduğumuzu anlamasına ve buna uygun davranmasına yol açtı. Bu olayı anlattığıma göre bizimle bilgilerini, nefretlerini, ‘bir sonraki adım’larını paylaşabilirlerdi. Polis şiddetinin yarattığı sonuçların telafisi olmayacaktır ama niyet etmedikleri bir şekilde bu, bir tür dayanışmaya da sebep oldu.

‘Normal’ günlerde sokakta, ‘neci’ olduğunu bilmediği, pek de konuşmayacağı ‘tipler’den olanlara liseli, üniversiteli kızlar daha kolay yaklaşıyordu. Liseliler demişken bana komik gelen bir tepkiyi de anlatayım. Otobüste yanımda hemen muhabbet açan kadın ‘Liseleri de tatil ettiler, bak görüyor musun, gençler eyleme katıldı!’ dedi, sanki bütün ‘devrimci gençler’ sokağa dökülmek için okulun tatil olmasını bekliyormuş gibi. ‘Normal günlerde’ büfede arka masayla konuşmaya da, otobüste oturulduğu an ‘günü değerlendirme’ye de, etrafa ‘biz sizdeniz’ bakışları ve gülümsemelerine de pek rastlanmaz. Fakat işte 1 Mayıs ilginç bir şekilde şehrin ‘kayıtsız tutumu’nu tamamen değiştirdi. Ne kadar bastırılmaya da çalışılsa, binlerce polis de getirilse, en ‘olağanüstü önlemler’ de alınsa, ‘sokağa inen’ kimse 1 Mayıs’a kayıtsız kalamadı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder