24 Mart 2006 Cuma

Sıkıntı

kerem özkurt

Hep yanından geçildiği halde bir gün karşısında durulup, insanı ilk defa görüyormuşçasına hayret içinde bırakan ufak rastlantıların verdiği mutluluğun yolundan geldi sıkıntı. Onun kadar beklenmedik, nedensiz ve kesif. Üstelik o mutlulukların günün geri kalanında alttan alta sürmesi, diğer günlerden hiçbir farkı olmayan bir günü, sahibinin bile farkında olmadığı bir ferahlama ile güzelleştirmesi gibi etkisini yitirmedi. Aksine durduğu yerde çoğaldı; yumak oldu; boğazına yumru şeklinde oturdu. Söylenmemiş laflar, kuru ekmek, hüzünlü bir şarkının içli nakaratı. Yutkunmak ne zor.

Kaçılamaz da. Mutlu yaşamanın sırlarını listelemiş ve yüz altın kural haline getirmiş, psikiyatr yazması ofset baskı kitaplar hep söyler: Kendinden kaçamaz insan. Sıkıntı da öyle bir şey. Bir parçası olmuş; eli, ayağı, lök gibi çöküşü Kadıköy sahilinin tek deniz görmeyen parkında ağaç görünümlü beton bir banka, oturunca kısalan pantolonun paçası ile siyah çorapları arasından görünen beyaz eti, gözünün dalışı ve her halinden belli sıkıntısı. Mevcudiyeti, yani dünya ve İstanbul yüzölçümünde kapladığı yer bundan ibaret. Diğerleri ne kadar gerekliyse bu kaplamaya, sıkıntı da o kadar bir parçası bu var oluşun. Ta ki geldiği yere geri dönene kadar.

Gazeteler yetmez böylesi bir sıkıntıya. O yüzden sinek öldürmeye hazır duruma getirilmiş; bükülmüş yanında duruyor. Bulmacası yarım bırakılmış. Tüm düşünceler kaçı kaçıverip sıkıntıya kayarken güney Afrika’nın plaka numarası anlamını yitiriyor; ya da bunu bilmenin, biliyorsa hatırlamaya çalışmanın ne kadar boş olduğu kavranıyor. Bir anlığına düşülen bu boşluk ancak yıllarını aynı masanın üzerinde biriken dosyaları tasnifle geçirmiş bir memurun, emekliliğinin ilk sabahında duyduğu o aynı uçurumdan tekrar tekrar düşme hissiyle karşılaştırılabilir.

Kurtuluş sıkıntının gelişinden daha az komik olmayabilirdi. Birçok seçenekten biri. Bir telefon çalışı; sevincinden çatlayan bir kadın sesi telefonda; bir müjde hastanenin tek iç açıcı odasında ilk soluğunu iştahla alan insan büyüklüğünde aylar sonra somutlaşacak. Camide ayakkabı numaraları baz alınarak oynanan sayısal lotoya vuran büyük ikramiye. Akşamları, zayıf olduğu için dillendirilmese de kıyıda köşede boyanan umutlarla beklenen birinin tüm olasılıkları alt üst edip hayal olmaktan çıkıp asfaltın gerçekliğinde belirmesi.

Ama onun için hepsinden basit oldu. Ayağının dibine düştü güneş. Tepesinde o denli ağır büyüyen ağaçtan silkelendi yaprak gölgeli bir gün ışığı parçası. Betonun kurşuniliğini silikleştirdi. Onun peşinden bir kedi yanaştı salınarak, hiç acelesi yok. Önüne yıkıverdi sarı tüylü bedenini. Yalanıp boylu boyunca uzandı ısınan taşlara. Kendi kendine gülümsediğini fark ettiğinde çoktan silinmişti sıkıntısı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder