25 Mart 2006 Cumartesi

NEV - RUZ

Melike Geçgel

Farsça, 'yeni' (nev) ile 'gün'ü (ruz) ifade eden birleşik bir sözcüktür nevruz. Toprak altındaki canlıların uykudan uyanışı, dirilişi kısacası canlıların bahara merhaba demelerinin günüdür.

Ankara'dan merhaba tüm dostlara...

Bahar geldi evlerimize, sokaklarımıza ve uyumuş olan ruhlarımızı bir kış boyunca uyandırdı bahar. Ben baharı çok severim son olanı da ilk olanı da.

Herkes hüzünlenir sonbaharda, ruhlarına hüzün dolar nicelerinin, bir aidiyetsizlik kaplar her yeri. Bense umutlanırım sonbaharda, neşelenirim. Yalnızlıktır benim için sonbahar. Her yer sarı, kahve ve türleri. Gözlerim sarı ve kahve. Yalnızlığı severim, ama öyle kimsesizlik değil benim yalnızlığım. Etrafım insan doludur, konuşacak birileri vardır mutlaka. Bir şizofreni de değildir yaşadığım. Yalnızlık bir histir sadece, ama öyle klişeleşmiş bir kalabalıklar arasındaki yalnızlık hissi de değil. Sadece yalnızlık, yalın ve azlık...

İlk olanı ise çözemedim hala. Nasıl hissetmeli ne yapmalı bilemedim yıllardır. Değişkendir baharın ilk olanı ilk ayı gibi. Her ayın bir rengi vardır, bir kişiliği. Tanırız görür görmez. Ya soğuk geçecektir bir önceki seneye göre ya da aynı hissettirecektir değişmeden kendini. Ya sıcak olacaktır, daraltacaktır gündüzleri ya da tadını çıkarmamız için görkemli güneşin esecektir tepemizde hafif hafif.

Her ayın bir düzeni vardır kendine göre. Kıskanmazlar birbirlerini ve kılık değiştirmezler bir diğeri olabilmek için.

Mart hariç...

Mart ayı kıskançtır, illettir. Bıktırır herkesi. Nasıl davranmamız gerektiğini çözemeyiz bir diğer yılı göz önünde bulundurarak. Şakacıdır ve de...

Ankara'nın mart ayı, baharın gelişi, canlıların selamlayışı canlanmış ruhları. Güneş tüm yakıcılığıyla tepemizde, yeni yeşeren çimlerin bir gün önce yağan yağmurun etkisiyle yaydığı tazelik kokusu her yerde. Paltolar, atkı ve bereler sandıklarda ya da dolapların mevsimlik değişim bölmelerinde yerlerini aldılar. Daha hafif şeyler giymeye başladı insanlar ve ben de başladım herkes gibi giyinmeye.

En sevdiğim meyvelerin okul çıkışlarında yerlerini almış seyyar amcalar tarafından satılmasını beklemeye koyuldum. Marketlerdeki tezgâhlara bakar oldum her sabah. Giysilerim gibi yediklerim de hafiflemeye başladı, ben baharı getirdikleriyle de seviyorum.

Ankara'nın mart ayı ve üçüncü cuması, artık uyanmalıyım ve sabahın ilk ışıklarını içime doldurup, ilk bahar yürüyüşüme çıkmalıyım. Tam da tahmin ettiğim gibi sabah esintisi. Bir hırka iç görür iç titreten havayı engellemek için. Fırının yolunu tuttum, ekmek kokusunun cazibesine yenilip bir parça kopardım. Sıcaklık yayıldı aldığım ilk lokmayla birlikte içime. O kadar yumuşaktı ki ekmek, İzmir'de kordonda yediğim pamuk helva geldi aklıma. Ağzımdaki pervasız dağılışını düşündüm ve bir lokma daha aldım. Ankara'nın güneşli sabahlarında en sevdiğim şey Ata'ya doğru yürüyüş yapmaktır. Elimdeki ekmeği ve evdeki kahvaltıyı biraz daha ertelemeyi düşündüm, midem aynı fikirde olmasa bile. Ve yürüdüm içime güneşi çekerek, Ata'ya bir selam çakıp evime yollandım.

Ankara'nın mart ayı ve ertesi cumanın. Güneşi engellese de bulutlar arada bir selamlıyordu beni ve ben de onun selamını kabul ediyordum her seferinde. Acaba dedim kendi kendime, dün aslında hiç yaşanmadı mı, belki de bugünü yaşamaya başlamadım daha? Gözlerimi ovuşturdum ve yaşamaya başladım içinde olduğumuz ayın kerametini düşünerek. Peyderpey geçiyordu zaman, günlük olmayan işlere boğulmuştum. Kar tanelerini hissettim yüzümde, hemen ertesinde o güneşli günün. Ve bir kez daha anladım mart'ın kıskançlığını, arada kalmışlığını. Üzüldüm nedenini bilmeden, ne olacağına karar verememiş bu kendini bilmez ay için.

En sevdiğim mevsimdir bahar benim. Ankara'da bile olsam en sevdiğimdir benim. Nev-Ruz kutlamayı en sevdiğim, en tatlı içkim, en uzun sarhoşluğum, en âşık olduğum, en güzel şarkım ve kendimi en güzel hissettiğim zamandır benim.

Bir garip şarkısın içimde

Bir garip neş'e

Sen ve ben

Yalnızlığımız

Şerefine...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder