2 Nisan 2006 Pazar

Hiç... (Bölüm - 1)

Melike Geçgel

Henüz sekizine basmamıştı ve hayat onun için çok güzeldi. Ama o hayat için ne ifade ediyordu, henüz bunu bilebilecek kadar büyümemişti Sıla.

Annesi vardı o küçük dünyasında bir tek ve bir de birkaç arkadaşı, aynı okulda okuduğu ve aynı mahallede oturduğu.

Önce geçmişine mi dönmeli kızın, o sancılı doğumunun da öncesine...

18inde bir kız doğunun ücra bir köyünde. 12 kardeşin ortancası. Kalabalık ama mutlu bir ailesi var. Köyde ortaokulu bitirebilmiş kız ancak. Sonra şehre yollamışlar kızı lise okusun diye. O hemşire olmak istiyormuş, babası ise öğretmen olmasını. Sonunda annesi normal liseye gitmesinin her iki taraf için de daha iyi olacağına karar vermiş ve öyle de olmuş. 18'ine girdiği yazı ailesiyle geçireceği son yazı olmuş. Üniversiteyi okuması için büyük şehre yollamışlar onu. Tüm fikri değişmiş kızın o edebiyat fakültesinin sıralarında okurken. Oyuncu olmak istediğine karar vermiş ve öyle olmasının şart olduğuna. Okulun tiyatro topluluğuna katılmış. Her şey o güne kadar güzel gidiyormuş ta ki o cinnet günlerinin başladığı ana kadar. Devrim bugün devrim hemen... Uzun bir süreç geçirmişler, arkadaş evlerinde, yeraltı toplantılarında. Vurulanlar da olmuş, cenaze töreni yapamadıkları. Okul bitmiş, bitmek zorunda kalmış. Ailesi ve hayalleri, avuçlarından kaymış, ona kalan büyük bir kayıp, yarım kalan hayatlar ve kaçmak olmuş. Her şeyini geride bırakıp kaçanlardan olmuş, çünkü ne arkadaşı Özlem gibi atabilmiş kendini kurşunların önüne ne de Ali gibi haykırabilmiş o sözcükleri sürüklenirken yerlerde kan revan içinde. Kaçmış sadece...

25 yaşında bir delikanlı, Almanya'nın sokaklarında cirit atarken bir afişe takılmış gözleri. Türk gecesi varmış Berlin'de, sanatçılar ve bir oyun varmış. İzlemeliyim mutlaka diye geçirmiş aklından. Arkadaşlarıyla birlikte Berlin'e doğru yola çıkmışlar zaten 1,5 saatlik bir mesafedeymiş Berlin. Sırasıyla sanatçılar çıkmış, şarkılar, türküler söylenmiş hep bir ağızdan özlem kokan. Hiç görmese de memleket hasreti sarmış birden yüreğini. Ve oyun için birden sessizlik olmuş ve utanmış kendi düşüncelerinin sesinden. Oyunu ayakta alkışlamış, acaba oyunu mu yoksa oyun boyunca gözlerini kırpmadan izlediği kızı mı?

Aşk ne garip. Belki de kaderdi onları evlerinden kilometrelerce uzakta yakalayan. Kulise tebrik için gitmişti ve sadece iki hafta sonra kucaklarındaydı kız ve gülen gözleriyle, biraz da korkuyla odaya taşımasını bekliyordu. Heyecanlıydı ve de mutlu.

İşte Sıla'nın anne ve babasının kısa hikâyesiydi bu. Onun küçük dünyası kibrit çöpünden inşa edilmişti bir küçük kıvılcım her şeyi yakabilirdi, onun yüreğinin yakıldığı o doğum günü akşamında olduğu gibi.

Evet, onlar mutlu mesut cicim aylarının tadını çıkarıyorlardı. Artık yalnız olmayacaklardı ve bu mutlu anı bir şişe şarapla kutluyorlardı. Kızlarının, daha doğmamış kızlarının adı için tartışıyorlardı aynı zamanda. Kadın Kardelen olsun istiyordu, adam ise Su ve gecenin sonunda karar verdiler Kardelen Su olmasına.

Sabahında ise gecenin hiç de hoş olmayan bir sürprizle uyandılar. Kadın kapıda şaşkın ve çığlık çığlığa konuşmaya çalışıyor, adam ise sadece susuyordu, karısının gözlerine bakamadan. Bu kadar erken olacağını hiç tahmin etmemişti belki de erken değildi, mutluluktan zaman ona hiç geçmemiş gibi geliyordu. Daha anlatamamıştı karısına, söyleyememişti, aynı karısının ona söyleyemediği gibi. İkisinin de unutmak istediği, hatta hiç olmamış hiç yaşanmamış olduğuna kendilerini inandırdığı sırları su yüzüne çıkmıştı.

Hani kaçmıştı ya kadın her şeyini geride bırakarak, işte yollar onu hiç tanımadığı dilini bile hala anlamadığı bu ülkeye Almanya'ya getirmişti. Adam ise 25'inden önce yaşadıklarını tamamen silmeye karar vermişti. Bugün, bu sabah yaşananların silinmeyeceğini öğrenerek kelepçelendi. Alnına damgası vurulmuştu, o bir siyasi suçluydu. Yarım yamalak Almancasıyla bir tek bu sözcükleri seçebilmişti nedense, niyeyse. Belki de aşinaydı bu damgaya, sırılsıklam geçirdiği o gecelerden birinde tanışmıştı belki de...

Adı Sıla olacaktı, böyle yazmışlardı birbirlerine gönderdikleri mektuplarda. Adam üzgün, kadın üzgün, yine de umutluydular. Umutları Sıla idi. Doğmamış Sıla, doğacak umut olacaktı onlar için.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder