22 Ekim 2007 Pazartesi

Referandum üzerine


kerem özkurt

Bu da bitti. Referandum sonuçlandı. Herkesin az çok tahmin ettiği bir sonuç oldu: Önceki referandumlara oranla katılımı düşük, sandıktan “evet” in çıktığı bir referandum. Ancak son iki haftada yaşanan acı olaylar tüm bu referandum heyecanını gölgeledi. Ne olup bittiğini anlayamadan sandık başında buldu birçok seçmen kendini. Alelacele oyunu kullanıp evlerine döndüler ve televizyonlarını açıp artık sadece birer rakamdan ibaret olan insanlara üzüldüler. Ekrandaki rakamların değişmemesi için dua ettiler. Bunun üzerine konuşmak gerek ama zamanı var. Biz şimdilik tüm bu üzüntülerin gölgede bıraktıklarına, gölgede olup bitmiş olana bakalım.

Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi çok öncelerde de konuşulan bir projeydi. AKP’nin somut bir iddiası olarak ortaya çıkması ise, çok uzun zaman değil, birkaç ay evvelki cumhurbaşkanlığı seçimlerine rastlıyor. Bir takım yapısal, görünüşte bürokratik ama üniversitede okuyan bir hukuk öğrencisinin bile sezebileceği, siyasi bir kararla Gül’ün seçilemeyişi tüm bu süreci başlattı. Anayasa mahkemesinin kararının açıklanmasının hemen ardından kurmaylarını toplayan AKP yönetimi çıkışta basitçe şu açıklamayı yaptı: Mademki iktidarımın ve iktidarımı barındıran meclisin meşruiyetini tanımıyorsunuz, buyurun halka gidelim. Çünkü adalet mülkün temeli olsa bile mülkün sahibi son tahlilde halktır. Biricik meşruiyet kaynağı.

Böylece yaz evvelinde ani ve bir o kadar fevri bir atılımla başlatılan bu sürece son nokta bugün konuldu. Türkiye bundan sonra cumhurbaşkanını bizzat seçecek. Ancak iki tarih arasında gelişen birçok olay bence tüm bu sürecin anlamını silip geriye sadece kuru bir inadın gerçekleştirilmesini bıraktı.

Bunun en güzel göstergesi hazırlanan anayasa taslağı. Yeni anayasa parlamentonun etkinliği ve yetkisini arttırırken cumhurbaşkanınınkileri buduyor. Diğer bir deyişle yürütmenin atanmış kısmı kısıtlanırken seçilmiş kısmı daha rahat hareket eder hale geliyor. Rejim açısından incelendiğinde parlamenter demokrasiye bir yöneliş (her ne kadar çoğulcu bir parlamento özelliği taşımasa da belki ileride olur ümidiyle vaatkâr); sevindirici. Ancak öte yana baktığımızda halk tarafından seçilmiş bir cumhurbaşkanı, başkanlık sistemine doğru bir evrilme. Peki hangisini beklemeli? Nasıl bir rejim beklemeliyiz? Daha da vahimi, yürütmenin, karşı karşıya gelmesi kuvvetle muhtemel bu iki seçilmişi arasında doğabilecek tartışmalarda meşruiyet sorunun nasıl çözeceğiz.

Eminim bunun hukuki ve tatmin edici bir açıklaması vardır. Yoksa memlekette onca hukukçu varken benim gibi bir cahile düşmez fikir yürütmek. Ben burada kendi küçük senaryomu yazmakla yetineyim o yüzden.

Cumhurbaşkanlığı krizinin AKP’ye getirdikleri malum. AKP’nin git gide kemikleşen oy desteğini göz ardı etmeden, bu olayın onların oylarına epey bir katkı yaptığı söylenebilir kabaca. AKP, haksızlığa uğramış, mazlum haliyle çıktığı meydanlardan tam destek alıp tekrar yoluna koyuldu. Ancak işler, tüm bu kriz öncesinde böyle değildi. AKP’nin oyları muhtemelen hala dişe dokunur bir seviyede idi ancak Kasım 2002’de yakalanan rakamın aşağısına düştüğü de bir gerçek. Yine muhtemelen yaklaşan seçimlerde bu oy AKP’yi tek başına iktidar en azından iktidar ortağı yapabilecekti. Belki ikinci daha kuvvetli bir ihtimal. İşte bu yüzden AKP yürütmenin bir kolunu kendi lehine tutmak istedi ve köşkte direndi. Bu işi mümkün olduğunca seçim sonrasına bırakmamaya çalıştı. Ancak tuhaf bir şekilde, hatta AKP yönetiminin bile ummadığı bir biçimde uğradıkları haksızlık kendilerine oy olarak geri döndü. Artık köşk sembolik bir anlamdan öteye geçmiyordu AKP için. İktidar garantilenmişti ve cumhurbaşkanlığını iktidara gelmenin belki de kefareti olarak geri isteyebilecekleri endişesi ile elindekini, parlamentoyu güçlendirmek istedi anayasa değişikliğiyle. Ama tüm bu sürecin sonuca ermesinde etkili rol üstlenen ekonomik ve politik aktörler beklenen kefareti istemediler. AKP de tüm plansızlığına, programsızlığına, seçim öncesi ile seçim sonrası hesaplarının birbirini tutmamasına aldırmayarak, sırf bir kere söz ağızdan çıktı diye, belki biraz da seçimlerde işini kolaylaştıran bir sürece vefa borcu nedeniyle, bir ekim pazarı sandıkları kurdurttu.

Biz de sol işaret parmaklarımızı boyattırıp geldik. Hepsi bu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder