29 Ekim 2007 Pazartesi

Yuvarlağın köşeleri ve Abdüllatif Şener


kerem özkurt

Cuma günü eski devlet bakanı yeni akademisyen Abdüllatif Şener, “Küresel Rekabet” başlıklı bir konuşma yapmak için Boğaziçi Üniversitesi’ndeydi. AKP’nin içinde muhalif bir duruşu olan, yeni hükümette kendi rızası ile yer almak istemeyen Şener’in ne diyeceğini merak ederek birkaç arkadaş dinlemeye gittik. Neden bilmiyorum, muhalif bir şeyler söyleyeceğini sanıyorduk; AKP politikalarını eleştireceğini, en azından özeleştiri yapacağını düşünüyorduk; o değil miydi görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selametten, çekil[en] izzet ü ikbal ile bab-ı hükûmetten?

Ama öyle değilmiş. O gün bize yaklaşık bir saat boyunca anlattığı özet olarak şuydu: Dünya inanılmaz bir hızla küreselleşiyor, bunun önüne geçilemez. Bu yüzden küreselleşmenin dışlında kalmak diye bir şey mümkün değildir. Şayet akıllı davranırsak bundan yararlanabiliriz ve mümkün olduğunca yararlanmalıyız zaten; çok çalışarak, rekabet ederek. Sadece birbirimiz ile değil, tüm dünya ile. Şener Hoca’nın çizdiği tabloda hepimiz küreselleşmenin akan çeşmesinden doldurabildiğimiz kadar doldurmalıyız. Çünkü dünyanın yeni düzeni artık bu.

Şener Hoca analizine “İster beğenelim ister beğenmeyelim neden küreselleşmeye katılmalıyız?” sorusuna cevaben, içinde bulunduğumuz bağlamı tarif ederek başladı. Sonra küreselleşmeyi anlattı. Rekabet edersek, kozlarımızı iyi oynarsak katılabileceğimiz, faydalanabileceğimiz, kazançlı çıkabileceğimiz küreselleşmeyi. Bu arada küreselleşmenin adaletsizliğinden bahsetmedi mi? Elbette değindi ama hemen ardından sömürgeleşeme söylemini eleştirmekten de geri durmadı. Küreselleşmenin bizimki gibi ülkeleri sömürdüğüne dair yaklaşım doğruluk payı taşıyordu ama Şener hocaya göre çözüm üretmiyordu; küreselleşmede bizimki gibi ülkelerin kaçınılmaz kaderi sömürülmektir demek ona göre küreselleşme ile nasıl başa çıkacağımız sorusunu yanıtsız bırakıyordu.

Determinizmi ilk eleştiren Şener değil; ama konuşurken atladığı (bilerek veya bilmeyerek) çok daha açık bir nokta var ki, bu doğrudan Şener Hoca ve ekibinin niyetiyle alakalı:

Küreselleşmeye niçin katılmak istiyoruz? Şener Hoca için cevap basit, başka türlü ayakta duramayacağımız için. Küreselleşmenin dışında kalınamayacağının o salondaki herkes üç aşağı beş yukarı farkındaydı. Kaçılamıyor burası açık; ama neden küreselleşmenin magmasına doğru ilerlemek istiyoruz; sorun burada.

Küresel ekonomi, adı itibariyle yanlış bir metafor kurmamıza neden olur. Küresel ekonomi küresel değildir. Yani içindeki her noktanın merkeze eşit uzaklıkta olduğu, herkesi eşit şartlarda yarıştığı bir düzen değildir. O çok övülen kısmı, “dünyanın öbür ucunda üretilen bir bilgiye ulaşabilme” bile çeşitli kriterlere bağlanmıştır ve ulaşımı zannedildiği gibi herkese açık değildir. Küresel ekonomide her zaman birileri daha avantajlı olacaktır; bu kaçınılmaz; çünkü sistemin işleyişi buna bağlıdır. George Orwell’ın domuzlarının, duvarın üzerine yazılmış tek maddelik anayasaya, “herkes eşittir” cümlesine, yönetime geldikten sonra ekledikleri gibi: “ ama bazıları daha fazla eşittir.”

Küreselleşme için “köşeli yuvarlak” metaforu daha uygun gibime geliyor. Bazı ülkeler köşededir ve merkeze diğerlerinin olduğundan daha uzaktır. Mazlum edebiyatı yapmak istemiyorum, hiç de hazzetmemişimdir, ama madem bir bağlam kurulacak ve kendimizi bu bağlamda bir yere koyacağız doğru hareket edebilmek için, bağlamı doğru kuralım yerimizi tam olarak tespit edelim: Biz bu yuvarlağın köşesindeyiz.

Peki, sırf uzağındayız diye küreselleşme sürecinin dışına mı çıkmamız lazım. Elbette ki hayır, hatırlayın kaçış yoktu ya küreselleşmeden. Şener Hoca’ya göre var gücümüzle merkezine doğru kulaç atmalıyız, kürenin merkezine. Küresel ekonomiden en fazla fayda gören ülkelerin, ABD’nin Almanya’nın, Japonya’nın yanına. Peki ama ne için? Ülkemizi zenginleştirmek ve kalkınmak için. Abdüllatif Şener’in evvelden bakanlık yaptığı hükümet bunun için ciddi adımlar attı ve küreselleşen ekonominin Türkiye’de kurumsallaşması için yoğun çaba harcadı. Ülkenin büyüme hızını arttırdı, GSMH’yı yükseltti ve ismini bile bilmediğimiz nice istatistiksel değeri yükseltti. Ya sosyal güvence? Ya Fakirlik? Ya insanca yaşama hakkı? Şener hocanın yüzmemizi istediği yerde duran ülkelerin insanları ne durumda? Ne tür bir yere doğru yuvarlanıyoruz ve niye tutunamıyoruz bir yere?

Benim anlamadığım bu işte. Derdim küreselleşme değil; ona karşı olmuşsun, olmamışsın fark etmez, o kendi yolunu bulup ilerleyecektir. Ama biz niye onu almaya bu kadar hevesli bu kadar lütufkârız. Bu hengâmenin ezdiği onca insan var benim ülkemde, yaşamak için her gün yeni yollar bulmaya çalışan, sadece yaşayan, sonra ne olduğunu anlayamadan ölen. Küreselleşmenin umursamadığı insanlar; yoksullar. Şener Hoca’nın arkasına takılıp bu deryaya atlayan “girişimci”nin bile hali ne olacak belli değil. Köşeden merkeze yüzmek (eğer ki niyetiniz ve amacınız her şeye rağmen bu ise) ne acılar çektirecek insanlara? Ve kim hesabını verecek, sırf dolar yükseldi diye işyerini kapamak zorunda kalan “girişimci” masasının çekmecesinden silahını (ne tuhaftır ki onu yasal yollardan, tam da arkasından yürüdüğü politikacıların selefleri tarafından çıkarılmış bir yasayla alabilmiştir) şakağına dayadığında?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder