8 Haziran 2009 Pazartesi

Kalan olmak


Melike Geçgel

Ben bu aralar zaman zaman kör, bazen sağır, nadiren de lal oluyorum ya da olmayı seçiyorum. Bu yazıyı yazabilmek benim için zor olsa da bazı duygular kelimelere aktarılınca hafiflersiniz ya o anı bir süre de olsa yaşamak için deniyorum.

Hayatımızda bazen “benim başıma asla gelmez” dediğimiz ya da olacağını bildiğimiz ama bilinçaltımızdan çıkmasına izin vermediğimiz durumlarla karşılaşırız.

Kör olduğumuzu zannederiz bazen. Öyle bir duygu ki, her şeyi görürüz görmemezlikten geliriz özel bir çaba harcamadan. Ömrümüzün geri kalanını uyuyarak geçirmek isteriz. Hayat bizi içine dâhil etmeden devam etsin deriz. Güneş doğmasın ya da doğuyorsa batmasın. Gelişiyle mutlu ettiği insanları gidişiyle yetim bırakmasın. Çünkü ben en çok güneş gidince anlarım değerini. Gece yalnızdır, acıtır ve bu yüzden geceleri düşünürüm. Düşünürken anı yaşamayı unuturum. Geceler geçmişimi ve geleceğimi çalar. En güzeli görmemektir zamanı. Zamansızlığı ve sonsuzluğu yaşamaya bırakabiliriz kendimizi. Mekânsızlık ve evreni vücudunla bir yapmak… Bazen de sağır olmanın dayanılmaz hafifliğini hissederiz. Kuş cıvıltılarını, denizin kıyıyı yalayan dalgalarını, rüzgârda fısıldaşan yaprakları, mekân kavgası yaparken ağlıyormuş gibi çimkiren kedileri, hayatın devam ettiğine dair hiçbir imareyi duymayız. Ki bu da gidenlerin ardından kalan olma halinin ağırlığını alır üstümüzden.

En zor olanı da lal olma durumudur. Kapıyı çalmadan, kendiliğinden gelir. Aslında siz kendinize bazı cevaplar vermek istersiniz, neden ve niçinleri bulmaya çalışmak, kendinizden ve çevrenizdeki insanlardan yardım beklersiniz, tek bir kelime bile ilaç olabilirken, lal oluruz. Belki de normalde düşük çeneli bir insan olduğum için en çok lal olmak zoruma gidiyor. Her şey ve herkes sizinle birlikte susar. Arkadaş toplantılarında hep bir ağızdan konuşan arkadaşlarınız gözlerini yere diker; öğütleriyle hep yanınızda olan aile büyükleriniz çocuk kimliklerine bürünür, yüzünüze bile bakamaz. Herkesin yüreği sizinle çarpar ama ilaç olmaya yetmez bu. Kelimelere ihtiyaç duyarsınız. Bilinmeyen bir boşluğa haykırırsınız, size öyle bir kelime söylesin istersiniz ki her şeyi bir anda anlamlaştırsın. Bir anlam ararız neyi çözeceğini umursamadan. Ateşin neden düştüğü yeri yaktığını anlamak olsa da…

“Sizin hiç babanız öldü mü benim bir kere öldü kör oldum”… Benim babamda bir kere öldü ve tüm duyularımı kaybettim. Kaybolmak istedim. Adım unutulsun, yüzüm unutulsun istedim. En büyük acılar içinde kıvranarak buharlaşmak, sonra bir damla olup, yeryüzünde sevdiklerinin ardından kalan durumundaki damlalar deryasına karışmak… Sanırım babasını kaybedenler aynı şeyi yaşıyor ya da aynı duygular çerçevesinde gelişen laflar etmek istiyor.

Bu şiiri ilk okuduğumda Cemal Süreyya için üzülmüştüm. Nasıl bir duyguyla böyle dizeler yazdığını düşünmek bile onun için üzülmeme yetmişti. Ya da hep yaptığımız gibi kendimi istemeden yerine koymuş ve aslında kendim için üzülmüştüm. Başkaları için üzülmenin aslında kendin için üzülmek olduğunu şu an anlıyorum. Bu yazıyı okuyanlar benim için üzülmesin. Neler yaşadığımı düşünmesin. Ne kadar benzer olsa da yaşanacaklar herkes kendi acısını taşıyabilmeli. Kendini belki de acısıyla sınamalı. Belki de sıcak bir dost sesinden “Hayatının en karanlık dönemindesin. Ama gecenin en karanlık anı hava aydınlanmaya başlamadan hemen öncesindeki tan vaktidir. Sen de şu an böyle bir durumdasın. En güzel aydınlıkları beraber yaşayacağız” gibi teselli kuvveti çok yüksek bir laf duyarsınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder