20 Temmuz 2008 Pazar

Anestezik farkındalık: “Feryada gücüm yok, feryatsız duy beni”



Tuğba Maran


‘Farkındayım’ durumu eşitleyen hatta çoğu zaman sizi 1-0 öne geçiren ya da en azından durumu 1-1’e getiren bir kelimedir. Zımnen de olsa yeni bir şey duymadığınızı, uyanık olduğunuzu, iz sürdüğünüzü ve kontrolün sizde olduğunu söyler. Güç bir şekilde sizin de elinizdedir. Ya da başka bir türden hayatınız var diyelim.‘Su akar yatağını bulur’ diyerek kendinizi koyuvermişsiniz, gelişine vole yaşıyor, bir puronun sadece bir puro olduğunu düşünüyorsunuz. Ancak hepimiz ‘farkındayız’ ki bu devrin insanı ikincisinden hazzetmez. Satır aralarını okumada ordinaryüs olmak nihai hedefimizken üstelik. Neyse biz bir ifrat ve tefrit dengesi kurup konu başlığımızı daha fazla bekletmeyelim.

Ameliyat masasındasınız ancak bilinciniz açık ve yapılan her şeyi hissediyorsunuz dolayısıyla da acı içindesiniz. Fakat anestezi nedeniyle bedeninizi hareket ettirmeniz mümkün değil. Kısacası ‘anestezik farkındalık’ denen tıbbi kâbusun içine düşmüş durumdasınız. Bu hakiki karanlık tabloyu fazlaca uzatmadan metaforik olarak kullanmaya devam edelim. Hayat akıp giderken, siz anestezik farkındalık içinde ancak bir o kadar da kontrolünüz dışında bir yaşam sürüyorsunuz. Sorunun farkındasınız. Ne yapmalı? Acaba herkes sizin kadar acı mı çekiyor? Siz ‘hayır sonuna kadar acıyı hissettim’ derseniz size deli mi derler? Ya başkaları da biliyor ve susuyorsa? Onlar gerçekten uyutulabilmeyi başarılanlardan mı? Böyle bir şey mümkün mü?

Siz sistemin münferit bir komplikasyonu musunuz?

Anı yaşa! Bu bir emirdir !

Sizin kafanızda türlü düşünceler dönerken (algıda seçicilik denen şeyden fırsat ve mecal kalıyorsa; otobüste uyuya kalmıyorsanız, günlük ekmeğinizin derdine düşmediyseniz gibi sonsuzluğa uzanan örnekler düşünelim) aynı zamanda etrafa bakıyorsunuz. Kulağınıza “Carpe Diem (anı yaşa)” diye bir şeyler çalınıyor. Kitaplar, filmler, müzikler, hatta reklam sloganları bunu salık verip duruyor. Sizin tam da muzdarip olduğunuz şeyden övgüyle bahsediyorlar. Hangisi gerçek? Sizinki mi yoksa onların bas bas bağırdıkları mı yaşanması istenen o ‘meşum’ an? Siz “öyle sarhoş olsam ki bir an seni (hayata sen deyiniz, çekinmeyiniz) unutsam”ı terennüm etmektesiniz oysaki. Dalga geçer gibi ‘Anı yaşa! Bu bir emirdir. Etrafın sarıldı.” diyorlar. Siz de aynı şeyden bahsediyorsunuz. Nasıl olur da bu kadar farklı olabilirsiniz?

Ameliyat anına tekrar döndünüz, acıyı çeken ben miydim onlar mıydı? Ben kâbus mu gördüm? Sizi kendinizden şüpheye düşürecek tüm soruları sordunuz. Sonra bir açıklarını yakaladınız. Evet, madem bu kadar anı yaşamalıyız neden herkes antidepresanlara hücum ediyor? Bir psikiyatrın röportajında okumuştum, yaşlıca bir kadın hastası “Doktor Bey yalnızca tahammül hapı istiyorum” demiş. Ne de dürüstçe tanımlamış. Kısacası anı yaşamaya mahkûmsunuz ve şifayı aynı ellerde bulmak zorundasınız. Pembe gözlüklerimiz pembe haplarıyla muadil midir acaba?

Velhasıl kelam, tikeli tümelden ayırabilmek de zaten ne ölçüde mümkündür? Ne zaman gerçekten mutlu, mutsuz, âşık, deli, salak vs. olduğumuzu zaman içinde anlamaz mıyız? Bağlam bir önem arz etmez mi? Ha güzel ya da kötü bir his zaten o an hissedilir. Seviştikten 3 saat sonra orgazm olan gördünüz mü? Bunun neyi için kendimi zorlayayım. Ya da anı yaşamaktan gerçek kasıt harekete geçmek mi? Eğer eliniz kolunuz bağlanmadıysa, “öğrenilmiş çaresizlik” denen şeyi yaşamıyorsanız zaten o şeyi ‘anında’ yapmaz mıyız? O an hep geçmişle örülmemiş midir? ‘Kelebek etkisi’nden, âşık olunca karnımızda o kişinin adıyla kanat çırpan sevimli kelebek dostlarımızı mı anlıyoruz o zaman? Hmm.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder