12 Temmuz 2008 Cumartesi

Birinci ve geleneksel olmaya aday günlükhayat yazarları toplantısı

kerem özkurt

Sonunda toplandık. Geçen cuma akşamı Taksim'de birinci ve geleneksel olmaya aday günlükhayat yazarları toplantısını yaptık. Yazarların hepsini toparlayamadık çeşitli nedenlerle ama onları da tanımak için heveslendik açıkçası. Dışarıdan bakınca sanki her hafta kafede toplanıyor da ne yazacağımıza karar veriyormuşuz gibi görünebilir; ben bazı dergilerin hala öyle çıktığına inanıyorum. Halbuki biz günlükhayat yazarları olarak; ayrı yerlerde birbirimizden çok da haberdar olmadan yaşarken asgari düşünce senkronunu tutturmuş; buna güvenip aynı sitede sessiz bir mukaveleye imza atmış gibi yazıyoruz. Hadi gerçeği söyleyeyim ben öyle yazıyormuşum; çünkü kalan dört kişi az çok birbirini tanıyordu. O sebeple bu toplantı günlükhayat’la ilgili irili ufaklı kararların konuşulduğu bir buluşuma olmasının yanında benim açımdan bir diğer önemi, kalan yazarları tanıma bahtiyarlığı oldu.



Okurla yazar arasında, yazdıklarından öte tuhaf bir hayal ilişkisi vardır. Yazar, varsaydığı bir okuyucuya yazar; kafasında az çok şekillendirdiği bir kişiye hitap etmeye çalışır. Okuyucu da, okuduklarının kurdurduğu hayaller dışında, yazarın tipini, şeklini şemalini gözünde canlandırır. Ona bir eda yakıştırır, bir konuşma tarzı bir ses tonu, bir bakış bir kavrayış; ama bunlar yazarın gerçek kişiliğine ne kadar uyar? Çok sevdiğiniz bir yazarla karşılaşınca kafanızdaki ile karşınızdaki ne kadar birbirini tutar? Ben çok arkadaşımı biliyorum sevdikleri yazarları imza günlerinden sonra değiştirdiler. Kısacası tanışma işi biraz radyodan televizyona geçiş gibidir. Yıllarca radyoda Beşiktaş’ın denize bakan kaleye atak yaptığını heyecanla dinlediğinizi spikeri evinize o gün getirilmiş siyah beyaz televizyonda görmek gibi; hem de sesinden beklenmeyecek bir biçimde genç ve düzgün görünüşüyle…



Ben de buluşma yerine on dakika önce gidip hangisi kim olabilir diye etraftakileri kesmeye başladım. Kolu sargılı, iri yapılı birine Mithat’ı yakıştırdım; halı sahada maç yaparken sakatlanmıştır diyerekten. Sonra kitapçıyı gezerken inatla her gittiğim rafa peşimden gelen pembe tişörtlü birinden şüphelendim ama ona isim kondurmadım. Birde buluşma yerinde (muhtemelen başka birini bekleyen) kumral uzun boylu bir kıza da olsa olsa ya Elif’tir ya Tuğba dedim. Tabi ki hiç biri tutmadı. Tam buluşma saatinde tekrar kitapçın önüne çıktığımda Mustafa hepimizi tanıştırdı.



Ey okuyucu. Sözüm sana. Artık senin okuyup de kafanda kurduğun imajların gerçek şekillerini biliyorum. Tabi ki burada gördüklerimi ifşa edip büyüyü bozmak niyetinde değilim. Bu, okuyucuya yapıp yapabileceğim en büyük kötülük olur. Yine de cin okuyucunun anladığı gibi Mithat’ın kolunda sargı yok ve Tuğba ile Elif o kadar uzun boylu değil. (ve sanırım bu yazıdan sonra ikinci toplantıya çağırılmayacağım…)



Ben severek okuduğum yazarlarla konuşmaktan hep kaçınırım; yine de her tanıştığımda, geçen cuma gecesinde olduğu gibi; o yazarların okuma zevkimi haklı çıkaran konuşmalarını şaşırarak dinlerim. Bu işin en keyifli yanı ise o yazarın, okuduklarınızdan daha fazlasını, ilerde yazıp yazmayacağı binlerce yazıyı karşınızda kurup kurup bozması. En az okumak kadar heyecanlı, hatta bir metnin hazzından daha fazlası...


Bu sazlı sözlü toplantıda günlükhayat hakkında güzel fikirler çıkardık. Daha canlı, daha özgün; ama bir o kadar tanıdık ve yine günlükhayat olarak yolumuza devam edeceğiz. Kim bilir belki bir sonraki toplantıyı, müptela günlükhayat okuyucuları ile yaparız…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder