19 Temmuz 2008 Cumartesi

Cinsel tercih mi? Asla!


Elif İnal

‘Rica ederim, bana söyleyiniz, insan kendinden nefret ederse, birini sevebilir mi? Kendi kalbi ile barışık olmazsa başkalarıyla iyi geçinebilir mi? Kendi varlığından canı sıkkın ve yorgun ise topluluğa hoşluk getirebilir mi?’ demiş Erasmus bundan 500 yıl önce. Şimdi ise biz kendi varlığından canı ‘sıkkın’-iç veya dış ‘düşmanlar’ yüzünden- insanların, LGBTT’lerin (lezbiyen, gey, biseksüel, travesti, transseksüel) topluluğa nasıl ‘hoşsuzluk’ getirebileceğini tartışıyoruz. Lambda’da bir araya gelenler, örgütlenenler aslında ‘kimlik’leri yüzünden değil, talep edecekleri haklar yüzünden susturulmak isteniyor. Seks işçiliği ‘ahlaka aykırı’ bulunup, ona karşı herhangi bir işlem yapılmıyor çünkü onlar öyle ya da böyle emek sömürüsüne dâhil olmuş durumdalar. Ama gey ve lezbiyenler gürbüz çocuklar yapıp çarkın içine girecek, topluma faydalı bireyler yetiştiremiyorlar. (Hâlbuki belki onlar da evlenip evlatlık edinebilseler, normalleşip ‘Türk aile yapısı’nın karikatürümsü haline dönüşecekler)

Lambda’nın neden kapatılmaması gerektiğine dair birçok yazı bulabilirsiniz. Çoğu da iyi gerekçelendirilmiştir. Ben daha çok Lambda gibi derneklerdeki insanların, teoriyle haşır neşir olmalarına, terminolojiyi yerinde kullanmalarına ve kimlik meseleleri üzerine kafa patlatmalarına rağmen kendi kimliklerini kurarken çıkan bir iki pürüzden bahsedeceğim.

Kimlik öyle bir kelime ki sadece çokluğu ve çeşitliliği göz ardı etmez, aynı zamanda hayatın değişkenliği içinde sabitliği de varsayar. Nasıl bir kitabın ismi kısaldıkça kendi kalınlaşıyorsa ama hiçbir zaman her boyutuna değinemiyorsa, ‘kimlik’ de ne kadar çok laf üretirse üretsin hiçbir zaman gerçek hayatı tüm boyutlarıyla kapsayamaz. Bu yüzden de eğer meselemiz temsil meselesiyse, illa ki ‘kimliği’mizin çoklu boyutundan feragat edip acil çözüm bekleyeni öne alacağız. ‘Ben buyum, bu yüzden eziliyorum ve hak talep ediyorum’ demek için ne olduğumu sabitlemem, her zaman böyle olacağımı söylemem ve sırf bu yüzden ezildiğimi belirtmem gerekiyor. Fakat bu sorun, politik düzlemde temsil beklemeyen kişilerde de olunca iş daha temel bir yere dayanıyor: Her zaman güvenli olacağını bildiğimiz ‘ev’de kalmak istemeyiz; yola çıkmak, keşfetmek isteriz, değişiklik ararız ama her zaman döneceğimiz bir evin olması da bizi rahatlatır, aklımızın bir köşesinde ‘sabit’imizi oluşturur. Cinsel kimliğin muğlâk olduğunu söylemek ‘evi’ yakıp yıkmak, yok etmektir. Bu yüzden de Butler’ın ‘cinsiyetsiz doğuyoruz’ lafını kabul etmemiz, elimizden ‘ev’imizi alacağı için pek de kolay değildir.

Tercih mi, yönelim mi?

Bütün bu sorunlar yüzünden tek bir soru bile üzerinde saatlerce tartışılacak öneme sahip oluyor. Cinsel yönelim mi, cinsel tercih mi diyeceğiz? Hangi eşcinsele sorarsanız sorun, ister teorik düzeyde ister gündelik konuşmayla tartışın, size bunun bir tercih meselesi olmadığını, her zaman ‘ne olduğunun’ belli olduğunu ve ‘içten içe’ her zaman bunu fark ettiğini söyleyecektir. Tabii ki onların, heteroseksüel kalıplara uymuyorlar diye, bir şeyleri sorguluyor olmaları gerekmez ama kendinden çok emin şekilde ‘Bu bir tercih meselesi değildir’ diye haykıranların da neden bu kadar muğlâklık kaygısı çektiklerini sormamız gerekir. ‘Politik olarak’ doğru olanın ‘yönelim’ olarak yerleştirilmek istenmesi de bunun tartışılmasının bile artık söz konusu olamayacağını gösteriyor. Çünkü eğer ‘tercih’ denirse, bu sabit olduğu iddia edilen ‘kimliği’ temellerinden sarsacaktır. Burada tabii ki niyetim heteroseksüeller doğuştan ‘normal’dir, olmayanlar heteroseksüel olmamayı ‘bilinçli olarak tercih etmişlerdir’ demek değil. Aksine her türlü sabit kategorinin- ‘erkek’ ve ‘kadın’ kategorileri da dâhil olmak üzere- sorgulanması gerektiğidir.

‘Ya tercih edecek bir şey yoksa’

Hermafrodizm (iki cinslilik) üzerine düşünmek, düşünmemizi sıkıştıran kalıpları sarsabilir çünkü kişinin her iki cinsiyeti de barındırıyor olması bir ‘fazlalıktan’ ibaret değildir. ‘6. parmak’ gibi, kesip atılınca kurtulunacak bir şey ya da Türkiye’de olduğu gibi erkek çocuk isteyen ailelerin bir yara gibi ‘diktiriverdiği’ bir şey de değildir. ‘Hermafroditler, toplumsal cinsiyete ve kadın-erkek rollerine dair ne biliyorsak altüst eder çünkü ‘doğuştan gelen bir ‘yönelim’i yoktur. (ne kendi kimliği ne de kiminle beraber olacağı kesin sınırlarla çizilmiştir) ‘XXY’ diye çok güzel bir film var mesela, hermafrodit olan başkahramanın babası, ‘kız’ uyurken başında bekler. ‘Kız’, gözlerini aralayınca sorar: ‘Beni korumaya daha ne kadar devam edeceksin?’. Babası ‘Sen tercihini yapınca’ diye cevap verince de ‘kız’ şöyle der: ‘Ya tercih edecek bir şey yoksa’

Bedenimizden çıkan arzunun, üzerine kurduğumuz kimliğin sabit ve ‘doğuştan gelen’ olduğunu savunmaya devam ettikçe, her zaman sabitliği bozacak sinyaller veren bedeni, içerideki ‘şeytan’ı hiçbir zaman alt edemeyeceğiz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder