9 Temmuz 2008 Çarşamba

Olmalı mı olmamalı mı?


kerem özkurt

Konserin verildiği alana yaklaşırken hala müzik sesi gelmiyordu kulağıma; konserin ben yetişemeden bittiğini düşünüp üzüldüm bir ara. Sonra Bülent Ortaçgil’in kelimeleri küçülten sesini duydum. Yine oyunun dışında kalmış bir çocuğun mızmızlanması gibi söylüyordu şarkısını. İç buran, düşündüren, alay eden ama hep oyun oynayan tavrıyla. Kalabalığı yarıp en öne çömeldim. Altı üstü bir avuç insandık. Küçük, yarım ay bir amfi tiyatronun ortasında beyaz gömlek keten pantolon; sakalı, şapkası, her şeyiyle yaz gecesi sahilde gitar çalar gibiydi Ortaçgil.



Beşiktaş Abbasağa Parkı’nda her yaz ücretsiz etkinlikler düzenleniyor. Film gösterileri, tiyatrolar ve konserler. Tatile gidememiş Beşiktaş hane halkı için bir avuntu, bir eğlence. Belediye; yazlık yerlerin o gürültülü, şenlikli akşamlarını İstanbul’un göbeğinde, işlek caddenin bir üst sokağında yaşatmayı başarıyor. Akşam işten dönmüş anne-baba, çocuklarını da alıp nefeslenmek, biraz kendilerini eğlendirmek, biraz da çocukların gönlünü etmek için geliyorlar parka. Konser, gecenin cilası. Yoksa zaten aileler parkın içinde bir tur attıktan sonra, oluruna gelirse bir banka çöküp çekirdek çıtlatacak, önemli önemsiz birçok şeyden konuşacaklar, geçe kalmadan da evlerine döneceklerdi. Yeni yetme genç kızlarla oğlanlar, onlardan daha geç saate kadar oturacaklar parkta; ilk aşk, ilk heyecan, belki, birbirlerine el altından kur yapacaklar. Yaz akşamı dediğin böyle olmaz mı zaten.



Bülent Ortaçgil tam sahnenin ortasında söylüyordu şarkısını. Tam bu yaz akşamının ortasında. Her şarkı arasında da alın şu çocukları sahnenin önünden diye serzenişte bulunuyor. Cicili bicili giydirilmiş, belli ki akşam önemli bir yere çıkılıyor diye giydirilmiş, esmeri sarısı, hınzırı uysalı bir sürü çocuk koşuşup duruyor sahnenin önünde. Şarkı aralarında, belli ki birinin kulağına fısıldadığı şarkı ismini gidip soruyor. Ortaçgil her defasında isyan ediyor: “Benim öyle bir şarkım yok, uyduruyorsun.” Kalabalığın içinden bağıranlara da aynı şekilde yanıt veriyor: “Hayır efendim, Barış Manço’nun o şarkı”. Sahnenin önüne gençten bir kız geliyor koşarak, ısrarla bir şarkıyı istiyor, ısrarla tersliyor Ortaçgil; adamın öyle bir şarkısı yok işte…



Eşini kocasını, çoluğunu çocuğunu alıp gelmiş bu dinleyici, Bülent Ortaçgil dinleyicisi değil. Tesadüfen oraya oturmuşu da vardır, parkta dolaşırken denk gelmiş, bir konser dinlemek isteyeni de; sadece meraktan izleyeni de. Gerçekte Ortaçgil konserini duyup gelen de vardır. Gene de Ortaçgil’in beklediği topluluk değil bu. O yüzden sıkıntılı söylüyor şarkılarını. Bir saatte de bitiriyor konserini, “Bir daha bir daha” tezahüratlarına aldırmadan, arkasını dönüp uzaklaşıyor oradan.



Yine toplum tarafından anlaşılamamış bir entelektüel vakası. “Sen hayatında hiç müzik dinledin mi” diye soruyor konser sırasında kendisinden şarkı isteyen, yerden bitme bir velede. Sonra bir türlü kıymeti bilinmeyen her sanatçı gibi yüzünde küskün mü sinirli mi anlaşılmayan bir ifadeyle sahne ışıklarından karanlığa yürüyor. İçinden bir kez daha yemin etmiştir herhalde bir daha böyle bir yerde çıkmayacağım sahneye diye. Seyirciler arasında da, ne kibirli adam diyen olmuştur, “şarkıları da bir şeye benzese”. Sanatçı/entelektüel ile toplum birbirini böyle itiyor. Oysa basit bir kan uyuşmazlığını hemen buraya yormak ne kadar doğru? Ortaçgil yirmi yıl sonra da sahneye çıksa Abbasağa Parkı’nda kendisini dinlemeye bu kadar insan gelecek; Ortaçgil dinleyeni bellidir. Çok kaliteli, çok kültürlü bir kitle için müzik yapıyor anlamında kullanıyor değilim bunu; kendi kendine oyun oynar gibidir şarkıları. Oyununa herkesi almak istemeyen bir çocuk kadar da mızmızdır. O yüzden hiç halk konserine yakışan bir tip değildir. Çıkmaya çalışırsa tersler de terslenir de. Yoksa bu “sanat toplum için mi yoksa sanat için midir” tartışmalarında kanıt gösterilecek türden bir karşılaşma değildir bence. Çünkü müzik, hangi ölçütle iyi-kötü, kaliteli-kalitesiz diye ayrılıyor bilmiyorum ama, her şekliyle bir ıslık, bir mırıldanma ya da kafanın içinde yankılanan bir sesse, dinlenmeye de söylenmeye değerdir gibime geliyor.



Özdemir Erdoğan’ın “İbo Show”a konuk olduğunda söylediği gibi; iyi müzik kötü müzik yoktur; iyi yorumcu kötü yorumcu vardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder